30 Kasım 2007 Cuma

Acıktıran yiyecekler

Greyfurt: Diyet yapıyorsunuz uzak durmanız gerekenlerden biri de greyfurttur.Kansere karşı koruyucu olan greyfurdun kötü yanı iştah açıcı özelliğinin bulunmasıdır.

Karalahana: karaciğer ve bazı kan kanseri türlerine de iyi gelen kara lahana, ayrıca iyi bir iştah açıcıdır.

Patates: Patatesin yapısında bulunan kan basıncını düşürücü etki gösterir; bu nedenle glisemik endeksi yüksek olan yiyecekler arasında bulunan patates özellikle kızartma şeklinde pişirilirse çok çabuk acıkmanıza neden olur.

Kırmızı Biber: Kolesterolü önleyici özelliği bulunan kırmızı biber iştah açar. Bu nedenle acı biber yediğinizde doyduğunuzu çok kolay anlayamazsınız.

Nohut: Mideyi temizleyerek iştah açan nohut, sağlık açısından yararlı olsa da kilo verirken çok fazla tüketilmemesi gereken bir kurubaklagildir.

İncir:Kilo aldırıcı özelliği bulunan incir iştah açar,bu nedenle diyet döneminde yemeniz tavsiye edilmez.

Havuç: Havucu kalorisi ve glisemik endeksi diğer sebzelere göre daha yüksektir. Bu nedenle acıktırıcı özelliği olan havucun diyetlerde bulunmaması gerekir.

Alkol: Alkollü içeceklerden uzak durmaya çalışın. Alkollü içecekler, size kalori kazandırırken iştahınızın açılmasına neden olur.

Tuz:
Tuz iştah açıcı özelliğe sahiptir. Çok tuzlu bir besinini ardından tatlı yeme isteğinin doğması,ü kan şekerinizdeki dalgalanmalar yüzündendir. Özelikle diyette tüketimden kaçınılmalıdır.

Tarçın: Kokusuyla özellikle tatlıların vazgeçilmezi olan tarçın da çok çabuk acıktıran baharatlardandır.

Mısır: Glisemik endeks değerinin yüksek olması nedeniyle kan şekeri seviyesini yükselten mısır, yendikten sonra açlık hissi uyandırır. Bu nedenle diyet yapanların uzak durması gereken bir besindir.


İştahınızı Kesecek Yöntemler

· Yapılan araştırmalara göre, tat ana duyusunu değişik tatlarla tatmin etmek, daha az miktarla yetinmeyi sağlıyor.

· Su içmek kendinizi tok hissetmeniz açısından önemli. Ayrıca vücudunuz susuz kaldığında çoğu zaman açlık hissine benzer sinyaller gönderiyor. Bol su içmek, bedeninizin su istediği zamanlarda yemeğe yönelmenizi engelleyecektir.

· Yiyecekleri uzun süre çiğnedikten sonra yutmak, beynin vücuda giren besinleri kaydetmesine izin vermek anlamına giriyor.Bu sayede tat alma duygusu da tatmin oluyor. Böylece doyduğunuzu anlamanızla, yemeğe son vermeniz arasındaki zaman kısalıyor.

· Eğzersizleriniz zorlaştıkça vücut ısınız artar ve daha fazla kalori yakmaya başlarsınız. Böylece egzersizi takip eden birkaç saat boyunca iştahınız bastırılmış olur.

· Öğün aralarında dayanılmaz atıştırma duygusunu dişlerinizi fırçalayarak erteleyebilirsiniz.

· Beyin, vücutta enerjinin azaldığını fark eder etmez açlık hissettiğinize yol açan kimyasal maddeler salgılarlar. Bu kimyasal maddeleri salgılayan kısım, aynı zamanda duyguları kontrol eder ve sıkıldığımız ve kendimizi kötü hissettiğimizde hemen buzdolabına koşmamızın başlıca sebebi budur.

· Yemeklerin tadı, kokusu veya görüntüsü de açlık duygusuna neden olabiliyor.

29 Kasım 2007 Perşembe

Coştum Yine.....

Televizyon dedik ya!

Birden yapımcılara seslenmek geldi içimden...

Çözümü var mı bilmiyorum ama şiddetin ve silahın olmadığı dizi yanlısıyım.(Geç bunları....aman da aman... tarzında tepkileri duyar gibiyim.)
Etki altında kalabilen bir toplumuz.Yaşam koşullarımızın yön değiştirmesi çok çabuk ve olası hale geldi.Hayata bakışımızı değiştirmek amaçlı,yaşam koşullarımızın adeta ezerek üzerinden geçebilen,neredeyse yoksulluğun sömürülmesi gereken bir gelecek gibi lanse edilmesinden bıktım.

Ayrıca,kurtlar vadisi ve benzeri dizilerin yayınlanmasından sonraki suç oranının yükseldiğine hepimiz şahit olduk.

Sanki kültürümüzde bunlar varmış gibi,şiddetle elde edilenin daha mübah olduğunu savunur hale geldiler.

Kahramanları tükettik !

(Ben yine süpermen gibi,masal kahramanlarını istiyorum.En azından hayal olduklarını biliriz.Ve biliriz ki iyilik galip gelecektir.Kötülük yok olacaktır.)

Sayın yapımcılar.!
Herkesin bi kişilik bazı vardır.Örnek alınacak kişileri,şiddetle yansıtılan projeler haline getirmeyin lütfen.!
Zaten insanların içi hapsedilmiş duygularla dolu.Tahrik edici sahneleri farklı dozlarla yansıtın.Hatta mümkünse yayınlamayın.

Vur! Kes! Biç! mantığını bırakın artık!

Evlerde yaşayan aileleri düşünün ve okul dolusu öğrencileri alacakaranlık kuşağı haline getirmeyin.Onlar bizim yaşam damarlarımız.
....

Ben sadece fikir verdim......

Televizyon dediler de....-Sobe-3

Sevgili İlkay beni sobelemiş.Eylül ayının sonunda.Ben daha yeni gördüm ve bu yazıyı öylesine aklıma gelir gelmez yazmıştım.Yazı tarihi doğrudur.Başlığa ilave ettiğim sobe-3 yazsı ve başta açıklama olarak koyu yazıları 21 Aralık 2007'de ilave ettim ilkayın sobesine cevap olarak yazmış olayım.Geç farkettiğim için özür dilerim İlkay.
Sorduklarında, televizyonla ilgim yok diyorum,ama işten eve gidince,yapılacak işler yapılıp,yemek te yenilince,yaptığım miskince dinlenme sırasında,Fırat'ımı deli edecek kadar zapladığım anlarda,azar azar da olsa farkettim ki,dizi ve programlar hakkında dünya kadar bilgim var.
Gerçi Fırat'ın "Anne!Yeter artık,bir yerde dur!" ikazlarını dikkate almamak gibi bir huy edinsem de(sırf kızıp gitsin ve "ders çalışmak daha iyi"desin diye),sürekli kanal değiştirmenin de kültürümü artırdığını söyleyebilirim.
Her ne kadar bütün kanallar aynı anda dizi başlatıp aynı anda reklama girse de,bana göre bu aralarda kazanan haber kanalları,belgesel ve müzik kanalları olabiliyor.
Mesela ben:

-Devamlı izlediğim tek dizi"Hatırla Sevgili".Gülümseyerek, bazen hüzünlenerek(o günleri yaşamış bir insan olarak),ama çoğunlukla özlemle seyrettiğim ve konusunu saptırmadan sonlandırmalarını dilediğim bir dizi.

-En çok İZ TV'yi seyretmekten zevk alıyorum.Biraz macera seven yanım olduğu için,bazen karavanla Türkiye'yi gezebiliyorum,bazen de trenle seyahat edip çocukluk günlerimin coşkusunu yaşayabiliyorum.Bir başka bölümünde dağa tırmanıp,örnek veriyorum,Karadeniz yaylalarının yeşilliğinin, adeta kokusunu hissedebiliyorum.Hiç duymadığım,ilginç adetleri olan kasaba ve köylerimizin güzelliğni keşfedebiliyorum.

-Düşüncelerime zıt bir kanal olsa da,yayınlamış olduğu Şoray'ın sunduğu programını beğeniyle izliyorum.Bir programın güzelliğini sağlayan sunucudur.O,yörelerin tanıtımına kendi kişiliğini oturttu.Benzerleri var,ama Şoray kadar başarılı sunan birine daha rastlamadım.Tür olarak farklı ama bir de" Çağatay yolda" programını seyrediyorum.

-TRT'de Türk Sanat Müziği sanatçılarının,her tür müziği söyledikleri programı beğeniyle izliyorum.

-Gökhan Babur'un sunmuş olduğu hava durumunu kaçırmamaya çalışıyorum.Değişik ses tonu ve tavırlarıyla,farklı bir sunumla izlettiriyor kendini.

-5n 1k programını,sinema ve moda ile ilgili programları izlemekten keyif alıyorum.

-Beyaz, zaten bizim ailenin bir üyesi gibi oldu.Sanki bizim evin salonunda sohbet ediyoruz dediğim bir kişilik....

-Sporda,futbol dışındaki her karşılaşmayı,özellikle basketle ilgili canlı yayınları,oğlumla birlikle izlemekten nasıl bir heyecan duyup, zevk alıyoruz anlatamam.(gerçi O,ben ihtiyaç molaları verdiğimde futbol haberleri için kaçamak yapsa da...)

-CNBC-E dizilerini kaçırmamaya çalıştığım bir kanal...

Demek ben iyi bir televizyon seyircisiymişim....

28 Kasım 2007 Çarşamba

Orta Yaş





Orta yaş stresinin çözümü uyku

Orta yaşa sağlıklı girmek için Prof. Mehmet Öz’ün önerisi; iyi uyku, âşık olmak ve günde 10 bin adım


28 Kasım 2007 Çarşamba
Son yüz yılda yaşam süresinin 30 - 40 yıl uzaması, 'genç’, 'orta yaş’ ve 'yaşlı’ kavramlarının karşılıklarını da değiştirdi. Orta yaş dendiğinde artık 30’lar hatta 40’lar değil, bir zamanlar yaşlı olarak kabul edilen '50’ler anılıyor. 50 yaş ve civarı orta yaşlara giriş gibi düşünülüyor. Yine “yaşlı” kavramı da kimi tanımlamalara göre genç yaşlı, orta yaşlı gibi alt gruplara ayrılıyor.

Eskinin yaşlılarının günümüz orta yaşlıları haline gelmesinde şüphesiz yaşam kalitesi ve sağlık bilincinin giderek artmasının payı çok büyük. Yaş gruplarındaki sınıflamalar değişse de değişmeyen bir şey var ki o da “30’lu, 40’lı ve 50’li yaş” dönümlerinde yaşanan sendromlar... Peki orta yaş ne olursa olsun bu yaşların beraberinde getirdiği sendromu nasıl atlatabiliriz, geçiş dönemini lehimize çevirmek için neler yapabiliriz? Dünyaca ünlü kalp cerrahımız Prof. Dr. Mehmet Öz’le orta yaşlara sağlıklı girebilmek için alınması gereken önlemleri ve kendi sırlarını konuştuk. 45 yaşındaki New York Presbyterian Hastanesi kalp cerrahı Prof. Dr. Öz, sorularımızı yanıtladı...

■ “Eyvah 40’lı yaşlara geldim” stresi en çok hangi nedenle yaşanıyor sizce?

- Bu stresin sebebi şu; birincisi özellikle erkekler artık kilo almaya başlıyor. Yine erkeklerde cinsel sorunlar da baş gösteriyor. Bunun çözümü ise gece 7,5 saat uyku uyumak. Ayrıca hormon düzensizliklerini gidermek için de kilo almamak lazım. Tabii bunun için egzersiz, spor şart.

■ Yeterli uyku genç mi tutar?

- Yeterince uyumak, sizi genç ve zinde tutan büyüme hormonunun salgılanmasını sağlar. Buna ek olarak vücudunuz, her gece ihtiyacı olan 7 - 8 saatlik uykuyu alamazsa, bunu başka yollardan telafi etmek zorunda kalır. Bunu genellikle şu şekilde yapar; size hemen enerji artırımı sağlayacak olan şeker için
açlık duyarak. Uykusuzluk, bütün sisteminizi çökertir.

Kaslarınızı büyütün!

■ Yaş ilerledikçe neden metabolizma hızı düşer?

- Yaşlandığımız zaman aslında metabolizma hızımızda her yıl yüzde 1 fark oluyor. Ama yaş ilerledikçe vücudumuzda kas miktarı düşüyor. Yani yaşla birlikte kas kaybediyoruz ve ne yersek yiyelim hepsini yağ dokusu olarak tutuyoruz. Çünkü vücut kaslanmıyor. O yüzden yaş ilerledikçe yapacağımız en önemli şey, kas büyütmek. Bunu yapmak için ilk basamak, yürüyüş olmalı. Günde 30 dakika hızlı yürüyüş yapın. Gün bitimine kadar 10 bin adım atmayı amaçlayın.

■ Günde 100 kalori kısmamız gerektiğini söylüyorsunuz. Bu yeterli mi sizce?

- Eğer kilo vermek istiyorsanız yapmanız gereken şey bu. Bir kadın 25 - 65 yaşları arasında ortalama 12 kilo alır. Çoğumuz günde 400, 500, 600 kalori harcamak gibi bir fedakârlık karşısında yılabiliriz. Ama günde 100 kaloriyi hepimiz feda edebiliriz.

■ Kendimizi ruhen nasıl hazırlamalıyız?
- Hobi edinmeli, âşık olunmalı.

■ Peki kişi evliyse?

- Eşiyle o zaman aşk tazeleyecek. Zaten her evliliğin yedi yılda bir yenilenmesi lazım.

■ Neden yedi yıl, aşkın ömrüyle ilgili mi bu?

- Evet aşkın ömrüyle ilgili deniyor. Yedi yılın sonunda erkek bir tarafa gidiyor, kadın bir tarafa gidiyor. Eğer bu sürenin sonunda birbirinize değmezseniz, tekrar aynı yerde buluşmazsanız o zaman birbirinizden gittikçe ayrılır, koparsınız.

■ Evliliğin yenilenmesi için neler yapmalı?

- Eşe tekrar âşık olmak için bir yol aranmalı.


'Görünmez sandalye’

Görünmez sandalye egzersizini deneyin. Sırtınızı bir duvara dayayarak sandalyeye oturur gibi havada oturun (tabii sandalye olmadan!) ve avuçlarınızı dizlerinize dayayın. İşiniz bittiğinde kolayca ayağa kalkabilmek için bu hareketi tutunabileceğiniz bir mobilyanın yanında yapın. Topuklarınızı dizlerinizin tam altında,
90 derecelik açıyla tutun. Omuzlarınız arkaya kıvrılmalı, başınız duvara dayanmalıdır. Bu şekilde olabildiğince uzun süre durun ve süreyi iki dakikaya çıkarmaya çalışın.

Haftada 3 kez kardiyo çalışın

Yaşlandıkça kas kütlemizin azalması nedeniyle metabolizmamız her 10 yılda yüzde 2 - 3 yavaşlar. Ama yaşla birlikte asıl düşen şey, hareket seviyemizdir. Kaslar yağlardan 50 kat daha fazla kalori yaktıklarından, kaslarınızı kaybettikçe, doğru miktarda yeme ve kilonuzu koruma becerinizi de kaybedersiniz. Çözüm
şu; haftada üç kez, kardiyovasküler ve kas geliştirme teknikleri çalışmak

Ahh !! Şu Çikolata!!!!!!!




'Çikolata yeme' demek daha zararlı!

Psikologlar, kadınların zayıflamak için çikolata yeme arzularını bastırmalarının daha fazla çikolata yemelerine yol açtığını açıkladı!



İngiliz bilim adamları, rejim yaparken çikolata yeme arzularını bastırmaları gerektiği söylenen kadınların, kendilerine çikolata teklif edildiğinde normalde yedikleri miktardan yüzde 50 daha fazla çikolata tükettiklerini ortaya koydu.

Hertfordshire Üniversitesi öğretim üyesi James Erskine, "Bu konuyla baş etmenin yolu, çikolatayı tamamen yasaklamak değil, onlara alternatif tüketim şekilleri sunmaktır" dedi. Erskine, sigarayı bırakmaya çalışan kadınların da benzer bir eğilim içinde olduğunu söyledi.

24 Kasım 2007 Cumartesi

.......................!!


Esra

Yüreğim umulmayan bir tepki gösterdi.İçim acıdı.
Tanımadığım bir insan için gözyaşı döktüm.
Seni senden sonra okudum.Ve paylaşımının asaletini gördüm.

Blog dünyası seni hep düşünecektir..
Huzur içinde uyu.....

(Bir öğretmen arkadaşımızı tam da öğretmenler gününde kaybetmenin acısını yaşıyoruz.)

http://esranıntaziyedefteri.blogspot.com/

Öğretmenler Günü

İkisi de öğretmen...

Canım ablam ve canım kardeşim..

Hatta teyzem ve üç kuzenim....

Sizin ve tüm öğretmenlerin, öğretmenler gününüzü kutluyorum.

22 Kasım 2007 Perşembe

2.kez Sobelendim

"Ben de şimdi Tütü'yü sobeliyorum...Buyrun burdan yakınız efendim" demiş sevgili "Aklımdakiler"
Seviyorum bu oyunu,teşekkür ediyorum ve hemen başlıyorum:

Ben küçükken:Kahramanlarım vardı.İlk kahramanım babamdı,ikincisi dayımdı.Daha sonraları masal kahramanlarım oldu.Alaaddin gibi...Dergileri tanımaya başlayınca çizgi kahramanlar boy gösterdi.Tommiks,Çelik Bilek,Zagor gibi...Öyle zamanlar olurdu ki hayalimde,hepsi güçlerini birleştirip beni kurtarmaya(neyden kurtaracaklarsa)gelirlerdi.Zaten hayal dünyamı zenginleştiren bu karakterlerle bazen işi çığırından çıkarsam da,mutlu mesut yaşardım hep....

Aslında ben...bir kıyı kasabasında yaşamak istiyorum...Aklım Akyaka'da,ama oğlumun okulu için Fethiye'ye yerleşmeliyim.Denizle içiçe yaşamak istiyorum.

İlk kopyamı ne zaman çektim? Lise 1'de,İngilizceden hrkes çekiyor diye denemek istedim.Yakalandım ve sınıfta kaldım.Bir yılıma maloldu.

En saçma huyum...Odaklanamamak:Aynı anda birkaç işi birarada yapan insanlara hayranım.Yemek yaparken çok fazla sohbet edemem,çünkü dinleyemem.yemeğe konsantire olurum.Telefonla konuşurken,yanımda birisi şunu de,bunu de demesin.Birinden birini dinleyebilirim.İkisini birden idare edemem.İş yerinde birkaç iş birden yapılacksa panikliyorum ve sıraya koymadan yapamıyorum.Seriliğimi kaybediyorum.İkinci iş olarak sadece müzik dinleyebilirim...

Cep telefonum...Aslında yeni kahramanım cep telefonum galiba.1999 depreminden sonra vazgeçilmezim oldu.Aradığımda ve arandığımda ses getirmeli.

Aşk bence...Kocaman bir yüreğe sığdırılan sevgilerdir.Onun kavramında tabiat var.Evlat var,sevgili var,Çiçek var,hayvan var.Bence doğa aşk dolu...

En sevdiğim bloglar...Demeyelim de,hoşlandığım bloglar diyelim.Yaratıcı blogları her zaman zevkle ziyaret ediyorum.Bir çoğu zaten linklerimde eklidir.
................
Çok güzeldi.
Şimdi ben de Neriman hanım'ı,gulteının enkelını ve yildiznaf'ı sobeliyorum.

15 Kasım 2007 Perşembe

Yalancı !

-"Yav boşver salağı,Her dediğine inanır.At birşey,gitme işe.Bak bana;geçen gün bizimkiler okey oynyacaklar,bir ben eksik olacağım.Yok öyle şey!Analarını ağlatmam lazım i.....in.Hemen patrona, halam ameliyat olmuş,gitmem lazım deyip,kahveye koştum."
-"Patron anlamadı mı?"
-Anlasa kaç yazar p.....ge?
-"Yaaaa....peki evdekiler ne diyor?
-Ulan onlar kim be?

....................................

Taş kesildim!
Otobüste gelirken,yolculardan ikisinin konuşması bu!
Biri ezile ,büzüle nasıl izin alacağım diyor,diğeri,elinde tesbih,ukalaca,narsist bir ses tonuyla,sanki patrona haraç keser gibi ve adeta yalanın her branşında birincilik aldığını düşündüren bir ses tonuyla,etrafını rahatsız ettiğinin farkına varmadığı gibi,herkesin onu dinlemekten zevk alıyormuş havasında,sanki takdir edilecek birşeyler söylüyormuş gibi rahatça yüksek sesle konuşabiliyordu.
Ben kısa bir bölümünü yazdım,daha neler neler konuştu.
Oturduğum yerde,dışımdan sakin ama içimde kabaran bir öfke ve yaklaşan bir fırtınanın sessizliği ile kıpırdanmaya başladım.Düşünceler birbirini,gururum da öfkemi bastırmaya çalışıyordu.
(Doğru olan,gidip adamın kafasını cama çarpa,çarpa parçalamak diye düşündüm.Elindeki tesbihin boncuklarını,söylediği her yalan için boğazından yutturmak!)Tabii bu parantez içi bir düşünceydi!
Birden düşüncelerimden utandım.Böyle şeyler bana göre değil.
İki kişi konuşuyor.Sana ne!
Bana sataşılmadığı müddetçe,karşımdakine kendi düşünce ve davranışlarına şiddet göstermem(arabadan atmam).İçimden yargılarım genelde...
Ama yalan söylemek söz kanusu olunca,çıldırıyorum adeta..
Adamın çevreye verdiği rahatsızlığa bakar mısınız ?

Peki ben yalan söylemiyor muyum?
Tabii söylüyorum.
Bazı durumlaran kurtulmak için bahaneler yaratıyorum elbette.Söylemek istemediğim şeyleri gizlerim,"bilmiyorum " derim.
Ama ,ben yalancı değilim!
YALANCILIK,hile yapmaktır.İnsanları dolandırmaktır.Bence tam bir hırsızlıktır.Duyguları çalıyor,etkilemek adına uydurulan yalanlar,adeta tiyatro niteliğinde ortaya çıkıyor.Tıpkı,otobüsteki adam gibi....

Düşünüyorum da,ailelere ne çok iş düşüyor bu konuda.Öğretmenlere de tabii...
Hani,insan haklarından söz ediyoruz ya!Bence,yalancılıkla mücadele edilmeli.Bunun için nasıl bir eğitim olur bilmiyorum ama ,uzmanlara çok iş düşüyor.

İlkokullara sırf bu nedenle bir ders konulmalı.Ya da mevcut öğretmenlerden bu işi iyi bilenler görevlendirilmeli.Özellikle din dersi eğitimcilerine daha çok iş düşüyor.Çünkü bizim dinimiz yalancılığı asla kabul etmez.
Oğlumun Din dersi öğretmenini,hayata bakış açısı nedeniyle çok beğeniyorum;Sosyal davranışlarla bağlantılı olarak eğitim veriyor."Haramı,helali,dürüstlüğü,saygıyı,sevgiyi,mütevazılığı" öğretiyor.
Ben de aynı kuralları,çocuklarıma öğretiyorum.

Siyasi yalanlardan tutun da,para hırsı,ikiyüzlülük ve islamcılık adına yapılan yalanın bol olduğu bir zamanda yaşıyoruz.Adına da yozlaşma diyoruz!

Hanımlar,Beyler!
Benimkisi bir dilek...
En büyük birikimi,doğruluk üzerine yaparsak,geleceğin en zengin neslini yetiştirmiş oluruz diye düşünüyorum.

Herşeyin başı eğitim!

Nasıl bir Anne Babasınız?


Prof. Dr. Mehmet Zeki AYDIN[2]

Ailede, anne baba ile çocuk arasındaki iletişim ve anne babanın disiplin anlayışı, çocuğun eğitiminde önemli bir yer tutar. Anne babanın çocuklarıyla arasındaki ilişkilerine ve disiplin anlayışına göre, aileler, değişik şekillerde sınıflandırılmıştır.

Birçok anne babalardan bazıları da çocuklarıyla ilgilenmeyen anne babalardır. Çocuğa kötü davranmak bile onunla ilgilenmemekten iyidir, çünkü bu durumda bile, anne baba ile çocuk arasında bir ilişki vardır. İdealleştirilmiş anne baba, çocuğun ulaşması zor bir anne babadır. Çocuk, anne babasını algılarken, bir yandan onları olduklarından daha kötü, bir yandan da olduklarından daha asil, iyi ve düşünceli insanlar olarak görmektedir. Çocuk, anne babayı gözünde ne kadar idealleştirirse bir sıkıntı anında onlardan yardım istemesi de o kadar güçleşir. Anne babanın bir doğruluk timsali olarak algılanması, çocuklar için bir iletişim engelidir.

İdeal anne babayı belirlemek zor olmakla birlikte, başarılı anne babalar, çocuğun kendi kendisini denetlemesine ya da iç denetim demek olan ahlâk gelişimine ortam hazırlayan, sorumluluk duygusunu geliştiren, olayların sonuçlarıyla onları baş başa bırakan, onlara hak ve özgürlüklerinin sınırını öğreten, onların özgür birer birey olarak yetişmelerine imkan hazırlayan kimselerdir.

İdeal anne babalar, bilinçli yaşayan kimselerdir. Bilinçli insan, ezbere yaşamayan kişi demektir. Bilinçli yaşamak, ne yaptığının farkında olmak, yaptıklarının hesabını verebilmek demektir. Ezbere yaşamak demek, neyi, niçin yaptığının farkında olmadan, düşünmeden, bilmeden yaşamaktır. Ezbere yaşayanlar, yaptıklarının sebep ve sonuçlarını dikkate almayan kimselerdir.

Bilinçli anne baba, çocuğu duygusal açıdan kabul eden, sevgi, ilgi ve hoşgörüyle yaklaşan, destekleyen, karar alırken çocuğunun da düşüncesini alan, tartışma ve eleştiriye açık, ikna ve inandırma yöntemini kullanan, gerekirse fikir değiştirebilen, rehber anne babadır.

Böyle ebeveynler, çocuklarına içten ve derin bir sevgi duyar, ona değer verir ve bunu yansıtır; çocuklarının ilgi ve ihtiyaçlarına hassastır; davranışlarını ilgiyle ­izler ve onların ilgilerini göz önünde tutarak, yeteneklerini geliştirecek ortamı hazırlar.

Bilinçli ebeveynler, her şeyden önce çok iyi rehberdir. Çocuklarına yol gösterir, alternatifler sunar, fakat alacağı kararlar konusunda serbest bırakır. Seçim çocuğa aittir, onların kendi kararlarını almaya teşvik eder, önemli konularda alınan kararların sebeplerini çocukla tartışır, onun görüşlerine değer verir. Karşılıklı güven ve şeffaflık vardır.

Anne baba tutumları, gerek bir değerin öğretilişiyle ilgili özel tutum, gerekse her konuda çocuğa modellik eden genel tutum olsun, çocuğun model alması sonucu taklit ve özdeşleşme yoluyla çocuk tarafından benimsenir ve alışkanlık hâline gelerek kişiliğinin ayrılmaz parçasını oluşturur. Bu nedenle anne baba tutumları çocuğun eğitilmesinin temel taşıdır. Anne baba çocuklarına doğru ve yanlışları bu tutumları sayesinde öğretirler.

Çocuğun anne babadan aldığı iki şey vardır: sevgi ve eğitim.
Sevgi; kabullenme, koruma, kollama ve sevecenlik gibi bütün olumlu duyguları içerir.
Eğitim ise, öğretilen her şeyi, verilen bilgileri, becerileri, yasakları, kuralları, inançları, değer yargılarını, görgü kurallarını ve insanın sosyalleşmesi için gerekli olan tüm toplumsal değerleri kapsar. Ailenin çocuk yetiştirmedeki tutumunu ve çocuk yetiştirmeyle ilgili sorunlarını anlamak için aile tutum modeli geliştirilmiştir.

....
Bu yazıyı özellikle yayınladım.Bir sonraki yazımdan sonra da okunabilsin diye..

13 Kasım 2007 Salı

Yorumla Gelen.....

Sevgili Selin yorumla bana bu yazıyı göndermiş.
Hemen paylaşıyorum.

"Selam Tütü,
Çok sevdiğim bir hikayeyi seninle ve okuyucularınla paylaşmak istiyorum. Yayınlarsan çok sevinirim.

Bir marangozun hikayesi;
Zamanın birinde bir marangoz, bir müteahhidin yanında çalışıp ahşaptan evler yaparmış. Yaptığı evler diğer marangozların evlerinden çok daha güzel ve sağlam olurmuş. Çünkü işine çok özen gösterirmiş. Gel zaman, git zaman, bizim marangoz yaşlanmış. Artık emekliye ayrılma zamanı gelmiş. Müteahhidle bu konuyu konuşup, artık emekliye ayrılmak istediğini söylemiş. Müteahhit ona; "elbette ayrılabilirsin ama senden bana son bir ev yapmanı istiyorum demiş"
Marangoz bu işe çok alınmış. Çünkü yıllar boyunca bu müteahhit için gecesini gündüzüne katarak ve çok büyük titizlikle çalışarak birçok ev yapmış. Gider ayak ona bir ev yaptırması çok gücüne gitmiş. Ama yine de onu kırmayarak evi yapmayı kabul etmiş.
Fakat son yaptığı evi, diğer evler gibi özenerek yapmamış. Derme çatma bişey yapmış. Tamamladıktan sonra müteahhide giderek evi tamamladığını ve artık ayrılacağını söylemiş.
Müteahhid marangoza dönerek;
- Senin bana çok emeğin geçti. Bu yüzden sana bir sürpriz yapmak istedim. Son yaptığın ev senindir. Güle güle kullan, demiş.
Marangoz yaptığından çok utanmış.

Bu hikayeyi çok severim. Ne iş yaparsak yapalım, kimin için çalışırsak çalışalım, işimize her zaman özen göstermeliyiz. Çünkü son yaptığımız iş, bizim içinde oturacağımız ev olabilir...

Sevgilerimle..."

10 Kasım 2007 Cumartesi

Yaşam İçin Öneriler

Bu Tantra Hindistan'dan geldi.
İster inanın ister inanmayın, onu okumak için birkaç dakikanızı ayırın, olur mu? İçinde, ruh için yararlı birçok mesaj var.


.Kepekli pirinçten çok ye.

• İnsanlara beklediklerinden daha çok şey ver ve bunu zevk alarak yap.

• En sevdiğin Şiiri ezberle.

• Dinlediğin herşeye inanma, sahip olduğun herşeyi harcama ve istediğin kadar uyuma.

• "Seni seviyorum" dediğinde, cidden söyle.

• Üzgünüm dediğinde, o kişinin gözlerinin içine bak.

• Evlenmeden önce en az 6 ay nişanlı kal.

• İlk bakışta aşka inan.

• Başkalarının düşleriyle asla alay etme.

• Tutkuyla ve derinden sev. Sonradan yara alabilirsin belki,ama hayatı komple yaşamanın tek yolu budur.

• Anlaşmazlık durumlarında, dürüst ol.

• Kimseyi kırma, hakaret etme.

• İnsanları akrabalarına göre yargılama.

• Yavaş konuş, ama hızlı düşün.
• Biri sana, yanıt vermek istemediğin bir soru yöneltirse, gülümse ve en büyük aşkın ve en büyük başarıların daha büyük riskleri olduğunu hatırla.

• Anneni ara.

• Biri hapşırdığında "çok yaşa" de.

• Kaybettiğinde, ders al.

• 3 "S"yi unutma: Kendine Saygı; başkalarına Saygı; herşeyde Sorumluluk.

• Küçük bir anlaşmazlığın büyük bir arkadaşlığı bozmasına izin verme.

• Hata yaptığını farkettiğinde, onu hemen düzelt.

• Telefona cevap verirken gülümse. Seni arayan kişi bunu sesinden anlayacaktır.

• Konuşmaktan, sohbetten hoşlanan bir kadın/erkekle evlen. Yaşlandığınızda, konuşma yeteneğiniz herşeyden daha önemli olacak.

• Biraz yalnız kal.

• Değişikliklere kucak aç, ama değerlerini yitirme.

• Suskunluğun, bazen, en iyi yanıt olduğunu unutma.

• Daha çok kitap oku, daha az televizyon seyret.

• İyi ve saygın bir hayat sür. İleride, yaşlandığında ve geçmişi hatırladığında, birkez daha nasıl zevk aldığını göreceksin.

• Allah'a güven ama arabanı kilitle.

• Evde sevgi dolu bir atmosfer önemlidir. Huzurlu ve uyumlu bir ortam yaratmak için elinden geleni yap.

• Sevdiklerinle anlaşmazlığa düştüğünde, o anki duruma önem ver.

• Geçmiste çok yaşama.

• Satırlar arasını oku.

• Bildiklerini paylaş. Ölümsüzlüğü elde etmenin bir yoludur.

• Gezegenimize karşı nazik ol.

• Dua et. Duada, ölçülemeyecek bir güç saklıdır.

• Sana sevgi gösterisinde bulunan birini engelleme.

• Başkalarının işine burnunu sokma.

• Onu öperken gözlerini kapatmayan bir kadın/erkeğe güvenme.

• Yılda birkez hiç gitmediğin bir yere git.

• Çok para kazanıyorsan eğer, hayattayken, başkalarına yardım et. Bu, şansın sana verebileceği en büyük tatmindir.

• Unutma, istediklerini elde edememek, bazen büyük bir şanstır.
• Bütün kuralları öğren, sonra bazılarına uyma.

• İki insan arasındaki aşkın birbirine duydukları gereksinimden daha büyük olduğu ilişkinin en iyi ilişki olduğunu unutma.

• Başarını, onu elde etmek için vazgeçmek zorunda kaldığın şeylere bağlantılı olarak değerlendir.
................
Bu mail dün akşam geldi.
Benim Karşı Komşum Zehra'cığım gönderdi.Adeta dua gibi,çok güzel öneriler,hepimizi olumlu etkilemesini diliyorum.

9 Kasım 2007 Cuma

10 KASIM









ATATÜRK'ün GENÇLİĞE HİTABESİ

NUTUK

Türk Gençliğine Bıraktığımız Kutsal Armağan

Saygıdeğer baylar, sizi, günlerce işlerinizden alıkoyan uzun ve ayrıntılı sözlerim, en sonu tarihe mal olmuş bir dönemin öyküsüdür. Bunda, ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtebilmiş isem kendimi mutlu sayacağım

Baylar, bu söylevimle, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun, bağımsızlığını nasıl kazandığını; bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.

Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.

Bu sonucu, Türk gençliğine kutsal bir armağan olarak bırakıyorum.

Ey Türk gençliği! Birinci ödevin; Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini, sonsuzluğa değin korumak ve savunmaktır.

Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli hazinendir. Gelecekte de, seni bu kaynaktan yoksun etmek isteyen iç ve dış kötücüller bulunacaktır. Bir gün, bağımsızlığını ve cumhuriyetini savunmak zorunda kalırsan, ödeve atılmak için, içinde bulunacağın durumun olanaklarını ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanak ve koşullar çok elverişsiz bir nitelikte belirebilir. Bağımsızlığına ve cumhuriyetine kıymak isteyecek düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir utku kazanmış olabilirler. Zorla ve aldatıcı düzenlerle sevgili yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün gemilikleri ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesi fiilen işgal edilmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acı ve daha korkunç olmak üzere, yurdunda, iş başında bulunanlar, aymazlık ve sapkınlık, üstelik, hainlik içinde olabilirler. Dahası iş başında bulunan bu kişiler, kendi çıkarlarını, yurduna girmiş olan düşmanların siyasal erekleriyle birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezgin ve bitkin düşmüş olabilir.

Ey Türk geleceğinin çocuğu! İşte, bu ortam ve koşullar içinde bile ödevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Bunun için gereken güç, damarlarındaki soylu kanda vardır!

K. ATATÜRK 20 Ekim 1927

Atatürk ve Halil Ağa isimli Köylünün Hikayesi

HALİL AĞA GERÇEĞİ

"Gel yardım et bana Nuri... Kaçalım köşkten..."

Onun bu içtenlikli isteğine karşı çıkmak, büyük haksızlık olacaktı.
"Tamam, sen planı hazırla, ben uygulamasını yaparım..."

Atatürk ve Nuri Conker, birinin hazırladığı ötekinin uyguladığı plan
sonunda Florya Köşkü ' nün tüm nöbetçilerini atlattılar ve köşkten
kaçtılar.

Altlarında, Nuri Conker' in bir arkadaşının arabası vardı. Eylül sonu
akşamı sonbaharın tadını çıkararak, Çekmece' ye doğru gidiyorlardı.

Birden Atatürk' ün gözleri akşam güneşi altında çift süren bir köylüye
takıldı. Yaşlı bir adamdı bu. Sapanın sapına iyice yapışmış, toprakları
yavaş yavaş deviriyordu. Fakat çiftin bir yanında öküz, bir yanında merkep
vardı. Eşit güçlerle çekilmediği için sapan yalpa yapıyordu.

Atatürk şoföre durmasını söyledi.

İndiler. Köylüye seslendi:

"Kolay gelsin Ağa!.."

Köylü bu sese başını çevirmeden karşılık verdi:

"Kolay gelsin"

"İşler nasıl Ağa? Bu yıl mahsülden yüzünüz güldü mü?" Köylü isteksiz
konuştu:

"Tanrı' nın gücüne gitmesin bey, bu yıl yufkaydı mahsül. Kabahatin acığı
bizde, acığı yukarda! Biz geç davrandık, yukarısı da rahmeti esirgedi."

"Bakıyorum, sabanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün
yok mu senin?"

"Var olmasına vardı ya, hıdrellezde vergi memurları sattılar."

"Hiç vergi memurları köylünün üretim aracını satar mı?"

Olmaz böyle şey! Muhtara şikayet etseydin..."

Köylü güldü:

"Muhtar başında deel miydi memurun, a bey?"

Atatürk dudaklarını dişleri arasında ezerek konuştu:

"Kaymakama gitseydin."

Köylü iyice güldü.

"Sen de benle gönül mü eyleyon beyim?" dedi.

Atatürk konuşmayı sürdürdü.

"E peki, İstanbul şuracıkta geleydin valiye anlataydın derdini.... Onun
işi bu değil mi?"

Köylü Atatürk' ün saflığına inanmış iyiden iyiye gülüyordu. Konuşmanın
tadını çıkardığı için keyiflenmişti de biraz. Kestirip attı:

"Bırak şu sağırı Allasen, biz onun buralardan gelip geçtiğini çok gördük.
Yakasına yapışsak acep derdimizi duyurabilir miyiz?"

Atatürk sordu:

"Adın ne senin Ağa?"

"Halil... Köylük yerde sorsan, Halil Ağa derler..."

"Demek varlıklısın?.. Ağa dediklerine göre."

"Acık çiftimiz- çubuğumuz varken adımız ağa' ya çıkmış."

"Peki Halil Ağa, bu senin işin beni bayağı meraklandırdı. Benim bildiğime
göre, bir çiftçinin üretim aracı elinden alınmaz. Sen aldılar diyorsun.
Hadi kaymakam şöyle, vali böyle diyelim; e peki bir başvekil İsmet Paşa
var bilir misin?"

"Bilmez olur muyum, beyim?"

"Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul'a geliyor. Florya Köşkü' ne
iniyor. Köşk de şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini
dökseydin ona... Herhalde çaresini bulurdu."

"Sen benim konuşmamdan hoşlaştın, gönül eyliyorsun.

Ama bak şimci, tutalım gittim vardım, beni o kapıya koymazlar ya...Tutalım
ki kodular, koskoca İsmet Paşa' mızı göstertmezler ya. Tut ki gösterdiler
ya ona halimi nasıl yanacağım hele; o sağırın sağırı! Heç işitmez beni..."

Nuri Conker, lafa karışmak istedi, Atatürk bir hareketiyle onu durdurdu.

"E peki, bakalım bu dediğime ne bulacaksın!" dedi

"Atatürk koca yaz şuracıkta oturup duruyordu. Gitseydin, çıksaydın önüne,
anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya!.."

Köylü iyice keyiflenmiş, gülüyordu.

"Sen ne diyorsun bey?" dedi.

"Mustafa Kemal Paşa Atatürk' ümüzün yüzünü görmek için Peygamber gücü
gerek... Hem, tut ki gördük. Yiyip içmekten, işinden gücünden başını
kaldırıp bizim öküzün arkasından mı seyirecek?.."

Halil Ağa, sigarasının son nefesini ciğerlerine doldururken, Atatürk' ten
yeni aldığı sigarayı da kulağının arkasına yerleştiriyor, çiftinin başına
gitmeye hazırlanıyordu. Konuşacak bir şey de kalmamıştı. Atatürk köylünün
omuzuna elini koyarak,

"Senden hoşlandım Halil Ağa" dedi.

"Bir gün köyüne de gelir, bir ayranını içerim. Açık yürekli bir
vatandaşsın. Ama yine de sana söylüyorum, hakkını kimsede bırakma ara!.."

Döndüler, arabaya bindiler. Halil Ağa, onları uğurladı.

"Meraklanma beyim, evelallah heç kimse bizim hakkımıza el değdiremez.
Fakat bu, Devlet Baba' ya borçtur. Ödenmesi gerek... Otomobil hareket
etti. Atatürk' ün canı sıkılmıştı.

"Bir uygun yerden dönelim, tadı kaçtı bu işin!.." dedi. Dönüş yolunda
Atatürk konuşmuyor, sigara üstüne sigara yakıyordu. Yüzünde ince bir keder
vardı.

"Yahu çocuk, şu Halil Ağa' nın vergi borcundan öküzünü satmışız, merkeple
çift sürüyor, hala da 'Devlet Baba' diyor. Ne mübarek millet, bu
millet!.."

Köşke döndüklerinde Atatürk yaverine emretti:

"Şimdi" dedi: "İstanbul' da ne kadar bakan, milletvekili varsa hepsini
telefonla bulacaksın!..

Bu akşam kendilerini yemeğe bekliyorum. Ayrıca Vali Muhittin Üstündağ ile
İsmet Paşa' yı bul, onlara da haber ver." Yaver odadan çıktı.. Atatürk,
Nuri Conker' e döndü:

"Şimdi sen de arabayla çIkıp o Halil Ağa' ya gideceksin. Ona benim kim
olduğumu söyleme. Tüccar, zengin bir adam filan dersin. 'Seni sevdi, sana
öküz alıverecek' diye bir şeyler söyle, kandır. Kuşkulandırmadan al getir
buraya."

O akşam Atatürk' ün sofrasında Başbakan İsmet İnönü, bakanlar,
milletvekilleri ve İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ' dan oluşan yirmi beş
konuk vardı. Atatürk, "Bu akşam soframıza efendimiz gelecek" dedi.

"Kendisine nasıl davranacağınızı çok merak ediyorum."

Bir süre sonra içeri başyaver girdi ve Atatürk' ün kulağynabir şeyler söyledi.

Atatürk "Buyursun!" dedi.

Başyaver kapıyı açıp da Halil Ağa, gündüz konuştuğu beyin sofranın başında
oturduğunu, yanı başında da İsmet Paşa' nın yer aldığını görünce,
şaşkınlıktan dona kaldı. Dizlerinin bağ çözülmüştü. Atatürk onu görünce
ayağa kalktı. Arkasından tüm konukları da ayağa kalktılar. Atatürk son
konuğunu,

"Hoş geldin Halil Ağa" diye karşıladıktan sonra kendisini sofradaki
konuklarına tanıttı:

"İşte beklediğimiz, Efendimiz" dedi.

Nuri Conker, Halil Ağa' yı Atatürk' ün sağ başına oturttu, kendisi de
yanındaki sandalyeye geçti. Atatürk, sofradakilere, o gün köşkten Conker'
le birlikte nasıl kaçtığını, Halil Ağa' yı, bir yanında öküz, bir yanında
merkeple çift sürerken nasıl gördüğünü, sigara yakmak bahanesiyle nasıl
kendisi ile konuştuğunu ayrıntılı bir şekilde anlattıktan sonra şöyle
dedi:

" Şimdi gerisini Halil Ağa ile birlikte yanınızda tekrarlayacağız. Ben
sorduklarımı baştan soracağım Halil Ağa da orada bana söylediklerini
olduğu gibi tekrarlayacak."

Halil Ağa' ya döndü:

"Bak beri, Halil Ağa" dedi. "Sen bu akşam benim başmisafirimsin. Senin
açık sözlülüğünü pek çok beğendiğimi bugün söyledim. Konuşmamızdan sonra
sana hiçbir zarar gelmeyecek. Öküzünü de alacağım. Ama şimdi ben tarlada
sorduklarımı baştan soracağım, sen de orada söylediklerini aynen
tekrarlayacaksın. İşte soruyorum:

Bakıyorum sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok
mu senin?" Halil Ağa dudakları titreyerek Atatürk' ün ayağına kapanacak oldu.
Atatürk önledi:

"Yoo, bak böyle şey istemem. Soruyorum cevap ver."

Soru- cevap valiye kadar aynen tekrarlandı. Sofradakiler, soluk almadan
konuşmayı izliyorlardı. Ürkütücü sorulara gelmişti sıra. Atatürk sordu:

"Peki İstanbul şuracıkta, gideydin valiye, anlataydın derdini, onun işi bu
değil mi?" Vali Muhittin Üstündağ, Hali Ağa' nın ancak iki metre ötesinden
kendisine bakıyordu. Nasıl desin?

Ter basmıştı iyice, işi savuşturmanın yoluna kaçtı:

"Vali paşamızı biz görüp dururuz buralarda. Eteğine düşsek derdimizi
duyurabilir miyiz ki..." "Olmadı bu, Halil Ağa... Bana dediğin gibi,
dosdoğru..."

"Böyle demedik mi beyim?.."

"Ya, ben mi yanlış anladım?.. Dur soralım bakalım Nuri' ye. Nuri,böyle mi
dedi bize Halil Ağa?"

Nuri Conker karşılık verdi. "Hayır Paşam!.."

"Gördün mü?.. Demek aklında yanlış kalmış. Hani bir şey dediydin sen, vali
neden duymazmış?.. Aynen bana söylediğin gibi söyle." Halil Ağa
kekeleyerek konuştu:

"Köylük yerinde bizim dilimiz sağır demeye alışmıştır, paşam" dedi.
"Kusura kalma gayri..."

Atatürk gülmeye başladı:

"Diplomatsın ki, yaman diplomatsın, Halil Ağa... Ama şimdi diplomatlık
sırası değil, doğruyu konuşacağız... Söyle bana, orada dediğin gibi..."

Halil Ağa gözünü yumup, başını yere eğdi:

"Şaşırmıştım, ağzımdan yanlışlıkla 'Bırak bu sağırı' diye bir laf kaçırmışım..."

Sofrada gülüşmeler başlamıştı.

"Hadi buna da oldu diyelim. Geçelim gerisine:

"E, peki bir Başvekil İsmet Paşa var, bilir misin?"

Halil Ağa İsmet Paşa' nın yüzüne baktı ve gözlerini yere indirdi:

"Şanlı İsmet Paşamız bilinmez olur mu hiç? O bugüne bugün..."

Atatürk Halil Ağa' yı durdurdu.

"Bırak şimdi övgüleri" dedi. "Ben lafın gerisini getireyim: Tamam öyleyse,
hemen her hafta İstanbul' a geliyor, Florya Köşkü' ne iniyor, köşk de
şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona. Herhalde
bir çaresini bulurdu."

Halil Ağa yine kaçamak yanıt verdi:

"Kapıya koymazlar ya bizi, koysalar da Şanlı paşamıza öküzümüzü mü
yanacağız!.."

Atatürk' ün sesi iyice sertleşti:

"Beni uğraştırma, Halil Ağa" dedi. "Erkek adam sözünü yalamaz.
Ne dediysen, tıpkısını tekrarlayacaksın!.."

Halil Ağa ürktü, toparlandı. Başını yine yere gömüp konuştu:

"Şanlı Paşamıza da sağır dedikti ya..."

"Yalnız sağır değil, 'sağırın sağırı' değil miydi?"

Halil Ağa yere eğik başını acıyla salladı:

"Öyle dedikti paşam, doğrusun!.." diyebildi.

Atatürk, İsmet Paşa konusunda daha fazla ısrar etmedi, sözü kendine
getirdi.

"Son soruyu sorayım şimdi" dedi. "Bunun da karşılığını ver, öküzünü al git."

"Koca yaz şuracıkta Atatürk oturmuyor mu? Gitseydin, çıksaydın önüne,
anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya?"

"Hiç bırakır mı Aslan Paşam benim!.. Erip erişir de tarlama dek gelir,
halimi dinler."

"Bırak bunları Halil Ağa, dediğini tekrarla." Halil Ağa birden diklendi.
Her şeyi göze almış insanların yiğitliği içinde doğruldu. Atatürk' ün
gözlerinin içlerine bakarak konuştu.

"İşte bunu demem Paşam" dedi. "Ağzıma ataş doldur, işte bunu demem!"
Atatürk gülmeye başladı:

"Zorlatacak bizi bu Halil Ağa, laf anlamıyor." dedi. "Mustafa Kemal Paşa
Atatürk' ümüzün yüzünü görmek için, Peygamber gücü gerek demiştin,
yanılmıyorsam. 'Görsem de, işinden gücünden, yiyip içmekten başını
kaldıracak da bizim öküzün arkasından mı seğirtecek' demiştin." Halil Ağa'
nın gözlerinden yaşlar inmeye başladı. Tam kesilmiş, duruyordu. Atatürk
konuşmasını içtenlikle sürdürdü:

"Atatürk de işi içkiye vurmuş, sarhoşun biri' demeye getirdin ya fazla
üstelemeyeyim" dedi.

"Şimdi bak beni dinle, Halil Ağa... Seni şu kadar üzmemin sebebi, şunu
anlatmak içindi: Şu gördüğün altı bay hükümet... Yani, biri Başbakan,
ötekiler de Bakan! Memlekete göz kulak olacak, işleri evirip çevirecekler
diye bu makama getirilmişler. Bir kanun gerekti mi, bu baylar hemen
sıvanırlar, İsviçre' den mi olur, İtalya' dan mı olur, Fransa' dan mı,
velhasıl neredense, bir kanun buluştururlar, Türkçe' ye çevirtirler, sonra
basıp imzayı gönderirler Büyük Millet Meclisi' ne... Bu Millet Meclisi
dediğim, şu alt baştan senin yanına kadar olan beyler. Kanun bunlara
gelir.

Bunlar da 'hükümet elbette incelemiş, gerekeni düşünmüştür, benim ayrıca
zorlanmama gerek yok' derler ve kaldırırlar parmaklarını, olur sana bir
kanun!.. Ama sonra bir vergi memuru gelir, vergi borcundan Halil Ağa' nın
öküzünü çeker, satar... Halil Ağa da tarlasını bir yanda merkep, bir yanda
öküz, ırgalana ırgalana sürmeye çalışır. Ama üretim düşermiş, ekim
zorlaşırmıs, kimin umurunda... Sonra ben bunları görürüm, içim kan ağlar,
işitirim, tasalanırım ! E, hakça söyle bakalım şimdi Halil Ağa... Sen
benim yerimde olsan, efkar dağıtmak için, bunları bu beylerle konuşmak için
içmez misin? Ama sonra da Halil Ağa tutar, sana 'sarhoş' der..."

Halil Ağa' nın dili çözülmüştü:

"Öyle diyen yok haşa!.. Dinden çıkmak gibidir...

Buldun mu bunu, hacısı da içer, hocası da içer..."

Atatürk sordu:

"Peki sen de içer misin?"

"Hiç bulunur da içilmez olur mu, Paşam?.. İçeriz ki, tıpkı şerbet gibi!.."

Atatürk hizmet edenlere işaret etti, kadehleri doldurttu. Kendi kadehini
Halil Ağa' ya uzattı:

"Hadi bakalım Halil Ağa" dedi. "Sağlığına içelim."

Halil Ağa, "Koca Allah, benim ömrümden de sana pay düşürsün Paşam, sağlık
düşürsün" dedikten sonra Halil Ağa, edeple başını kenara çevirdi, eline
verilen kadehi bir yudumda boşaltıverdi. Yüzü kızarmış , gözleri
parlıyordu. Ellerini dizlerinin üzerine koyarak

Atatürk'e döndü:

"Yunan' ı denize döktün Paşam, bayrağımızı başucumuza diktin. Benim gibi
bir köylü parçasını sofrana alıp içirdin, sana duaya bilem dilim dönmez
ki... Nideyim ben şimdi? Bırak ki oh paşam, ayağını öpem..."

Halil Ağa Atatürk' ün ayağını öpmek için davranınca, Atatürk onu sıkıca
tuttu ve bu hareketi yapmasını önledi. Halil Ağa bu kez, Atatürk' ün
ellerine sarıldı, ellerini öpmeye başladı: "Bayrağımız gibi sen de
başımızdan eksik olma inşallah! Sana her kim düşman ise, onun yeri senin
ayağının altı olsun!.. Gayri bana izin, koca Paşam!.."

"Yemek yemedin!.."

"Yemek kolay... Meraklanır çocuklar, ben köyüme döneyim."

Atatürk Nuri Conker' e işaret etti.

Conker kalkıp Halil Ağa' nın yanına geldi, kalktı Halil Ağa, önce
Atatürk'ü, sonra sofradakileri selamlayıp kapıya doğru edeple geri geri
çekildi. Kapı kapandığı zaman Atatürk sofradaki öteki konuklarına döndü:

"Efendimizin halini gördünüz mü beyler?" dedi. "Devlet size böyle
davransa, siz ne yaparsınız? Mübarek millet bu, adam millet bu... Şimdi bu
adam milletin karşısında 'adam olmak,' bize düşüyor!.."

Sofrada kesin bir sessizlik vardı. Kimse gözlerini Atatürk' ten ayıramıyordu:

"Halil Ağa' nın öküzünü satıp, üretimini aksatan kanunu ya biz yaptık ya
da bizim yaptığımız kanun yanlış yorumlanarak Halil Ağa' nın öküzünü
satıyor. İkisi de bence birbirinden farksız... Böyle bir kanun yaptıksa,
memleket çıkarlarına aykırıdır. Nasıl yaparız, nasıl yapmışız bunu? Eğer
yaptığımız kanun doğru da, yorumlaması yanlış oluyorsa, o zaman sormak
lazım. Hükümet nasıl bir yönetim içindedir? Sonra unutmayın ki, olay
İstanbul'da geçiyor. Bunun Van' ı var, Bitlis' i var, kıyı bucak ilçesi
var; acaba oralarda neler oluyor? Bu çark iyi dönmüyor beyefendiler!.."
Derleyen: Hanri Benazus - Bütün Dünya

Kaynak: İsmet Bozdağ' ın "Atatürk' ün Sofrası"

8 Kasım 2007 Perşembe

Beyaz Lahana Kürü

Lahana, brokoliden sonra üzerinde en çok araştırma ve çalışma yaptığım sebzeler arasındadır. İnsan vücudunun değişik organlarında ve yağ dokusunda ve de hücre zarında (membran) biriken toksinleri (zehirli kimyasallar) en iyi atan beyaz lahana kürüdür. Toksinleri, yani zehirli maddeleri en çok depolama kapasitesine sahip üç organımız sırasıyla karaciğer, böbrek ve akciğerlerdir. Genel olarak toksinler yağda çözünen ve suda çözünmeyen zehirli ve protein yapılı maddelerdir. Toksinler yağda çözünme özelliği gösterdiklerinden, vücudumuzun yağ dokusunda depolanırlar. Eğer suda çözünme özellikleri olsa idi, böbrek üzerinden idrar yoluyla veya terleme yoluyla vücudumuzda depolanmadan atılmaları çok kolay olabilecekti. İşte beyaz lahanadaki bazı etkin maddeler vücudumuzdaki biyotransformasyon mekanizma- sını aktive ederek (uyararak) toksinlere (zehirli maddelere) suda çözünme özelliğini kazandırmaktadırlar. Suda çözünme özelliği kazanan toksinler, terleme yoluyla veya böbreklerimiz üzerinden idrar yoluyla veya safra kesesi yoluyla da bağırsak sistemi- miz üzerinden dışkıyla dışarı atılırlar. Biyotransformasyon ne demektir? Biyotransfor masyon, yağda çözünen yabancı maddelere suda çözünme özelliğini kazandırmak demektir.

Beyaz lahana en iyi toksin atıcıdır (detoxification = detoksifikasyon). Toksin atıcı olması bir başka ifade tarzıyla, vücudu arındırmak anlamına gelir. Yeri gelmişken hemen belirtmekte fayda görüyorum, toksin atmak ile antioksidan özellikler birbirlerinden tamamen farklı şeylerdir. Vücuda alınan zehirli kimyasalların (toksin) veya birikmiş zehirli kimyasalların uzaklaştırılmasında beyaz lahana kürü ideal bir toksin atıcıdır. Bu toksinlerin kaynağı nedir şeklinde bir soru sorulduğu zaman cevabı oldukça basittir. Tükettiğimiz sebze ve meyveler zirai ilaç içermektedir. Tükettiğimiz et veya süt gibi maddeler ağır :-):-):-):-)ller içermektedir. Soluduğumuz hava, araçların egsoz gazlarında bulunan zehirli gazları içermektedir. Yaşadığımız çevrede bulunan fabrika bacalarından solunum yoluyla aldığımız toksinlerdir. Tüm bu zehirli maddeler zamanla vücudumuzda birikmekte ve organlarımıza zarar verebilmektedir. İşte, beyaz lahana kürü bu zehirli maddelerin vücudumuzdan atılmalarında önemli bir rol oynamaktadır. Bu nedenle, beyaz lahana toksin atıcıdır veya arındırıcıdır diyoruz. Vücudumuzda oluşan biyokimyasal reaksiyonlar esnasında serbest radikal adı verilen çok hızlı reaksiyona girerek özellikle hücre zarına veya hücre içindeki DNA ya zarar veren (mutasyon) maddeler oluşmaktadır. İşte, hücreye zarar verebilen bu serbest radikallerin, zararsız hale getirilmesinde etkin rol oynayan maddelere antioksidan madde veya kısaca antioksidan denir. Yeri gelmişken hemen hatırlatmakta fayda görüyorum, taze beyaz üzüm bilinen tüm meyveler ve sebzeler içerisinde hiç biri ile mukayese edilemiyecek kadar güçlü antioksidan özelliklidir. Unutmayınız, her sebze ve her meyvede bir kaç değişik antioksidan madde bulunmaktadır. Ancak, taze beyaz üzüm ile bu konuda hiç bir meyve veya sebze boy ölçüşemez. Eğer, taze beyaz üzümün bu antioksidan gücünden istifade etmek istiyorsanız, mevsiminde ve günde bir salkımdan (200-250 gram) fazlasını tüketmemek şartıyla maksimum antioksidan gücünden faydalana bilirsiniz. Bakınız: Taze beyaz üzüm. Antioksidanlar üzerine bir çok spekülasyonlar yapılmaktadır. Eczanelerin vitrinleri bu tür ithal tabletler ile dolu... Unutmayınızki, vücudumuzun kendisi de çok güçlü tabii antioksidanlar üretmektedir. Vücudumuzun kendi ürettiği en güçlü antioksidanlardan bir tanesi frataxin'dir. Hekiminize danışma dan antioksidan tabletlerini kullanmayınız.

Yukarıda beyaz lahananın arındırıcı gücünden bahsetmiştim. Beyaz lahananın bu arındırıcı gücüne, içerdiği aquaretic (vücuttan su atımı) özellikli etkin maddeler ayrı bir özellik vermektedir. Genelde bir çok sebze ve meyvede diüretic ( hem tuz hem de su atımı) özelliği olan etkin maddeler vardır. Diüretic, idrar söktürücü özellik anlamına gelirki, beraberinde vücuttan tuzlar da atılmaktadır. Diüretic etken maddelerin başında saponin ve flavonoid grubundaki maddeler gelmektedir. Ancak, aquaretic durumunda ise, vücudun tuz (mineral) dengesi etkilenmeden vücuttan ağırlıklı olarak su atılmaktadır. Bu özellik beyaz lahanaya, vücudu ve organları arındırma konusunda ayrıcalık kazandırmaktadır.

Zayıflamada biyotransformasyon mekanizmasının gücü
Zayıflamak amaçlı diyet uygulayanların hemen hepsinin ortak tarafı, halsiz görünme leri ve keyifsiz olmalarıdır. Hatta, bazı kişilerin ciltlerinin solduğu ve özellikle yüz ve yanak bölgelerinde sivilce çıktığı gözlenir. Bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi, zayıflama esnasında yağ dokusunun giderek azalması (yağların yanması veya yok olması) esnasında, yağda dokusunda depolanmış olan toksinlerin açığa çıkarak kana karışarak karaciğer :-):-):-):-)bolizması üzerinden cildi olumsuz etkilenmesinden kaynaklanmaktadır. Unutmayınız, cild sağlığımız ağırlıklı olarak karaciğerin sağlıklı çalışmasına bağlıdır. Bildiğim hiçbir zayıflama yönteminde biyotransformasyon mekanizması harekete geçmemektedir. Beyaz lahana kürü hariç. Geliştirmiş olduğum beyaz lahana kürü iki avantajı aynı anda yakalamış ve uygulamış oluyoruz. Buna, bir taşla iki kuş vurmak da denebilir. Birincisi, beyaz lahana kürü ile zayıflıyorsunuz. İkincisi, zayıflarken yağ dokusunun incelmesi ile yağ dokusunda zamanla birikmiş olan toksinler açığa çıkmaktadır. Açığa çıkan bu toksinler vücutta beklemeden biyotransformasyona uğrayarak terleme, idrar ve dışkı yoluyla atılırlar. Yukarıda da bahsettiğim gibi toksinlerin %95 i protein özellikli olduklarından yağ dokusunda depolanırlar. Yağ dokusunda depolanmalarının sebebi de toksinlerin yağda çözünme özelliğinin olmasıdır. Suda çözünme özellikleri olsa idi, yağ dokusunda depolanmazlar böbrekler üzerinden idrarla veya terleme yoluyla vücudumuzdan kolayca atılabilirlerdi. İşte, beyaz lahana kürü bir taraftan zayıflatıyor diğer taraftan da yağlar erirken, açığa çıkan toksinler de suda çözünme özelliği kazandığından organlara zarar vermeden vücuttan dışarı atılıyor. Beyaz lahana ile zayıflama kürü uygulanırken açığa çıkan toksinlerin organlara zarar vermesi söz konusu değildir. Beyaz lahana kürü uygulanırken cilt ve organlar olumsuz etkilen mezler.

Beyaz lahananın bağırsak kanserine karşı koruyucu özelliği oldukça güçlüdür. Beyaz lahana kürü kolon kanserine (bağırsak kanseri) yakalanma riskini en aza indiren sebzelerin en başında gelmektedir. Çünkü, bağırsağın iç yüzeyindeki mukozayı temizleme özelliği çok güçlüdür. Yapılan klinik deneyler beyaz lahana nın içerdiği kükürtlü bileşiklerin (kükürt içeren kimyasal maddeler) bakterileri öldür- düğünü kanıtlamıştır. Bağırsaklarda bulunan bazı bakteriler kansere neden olabilen proteinleri salgılamaktadırlar (üretmektedirler). Ülser problemi olanlar özellikle beyaz lahana tüketmelidirler. Beyaz lahananın diğer bir özelliği de cildi tazelemesi ve güzelleştirmesidir.

U-Vitamini ve Bağırsak Kanseri
Vitamin denildiği zaman ilk aklımıza gelenler; A, B, C, D, E, K vitaminleridir. Tüm bunların dışında kimyasal adı "Methylmethioninesulfonium chloride (MMSC) olan, kırmızı ve yabani lahana'da bulunan U-vitamininden bahsetmek istiyorum. Belki, U-vitamininin adını ilk defa duyuyorsunuzdur. U-vitamini gerçekte, vitamin değildir. Ulcer (ülser) kelimesinin baş harfi seçilmiştir. Bunun sebebi de çok eskiden beri bilinen bu madde, ülser tedavisinde kullanılmaktadır. Gastric disorder (mide rahatsızlıklarında) kullanıldığı çok eskiden beri bilinmektedir. Her ne kadar literatürde u-vitamininin gastric (mide) ve peptic (sindirim) şikâyetlere karşı kullanımı bitkisel tedavi uzmanları tarafından öneriliyor ise de, bu konuda henüz klinik deneyler yapılmamıştır. Vücut tarafından çok kolay ve hızlı absorbe edilir ve de antioksidan özelliği olan bir maddedir. Bağırsak ve mide hücrelerinin mukoza (mucus) salgılamasını artırarak, bağırsağın ve mide iç yüzeyinin koruyucu mukoza tabakasıyla kaplanmasını sağlar. Benim çalışmalarımda gördüğüm, özellikle yabani lahanada ve kırmızı lahanada daha bol bulunan bu vitamin, bağırsak kanserinin tedavisinde tek başına (monotherapy olarak) kullanılabilecek etkin maddenin temel formülünü, diğer bir ifade tarzıyla bağırsak kanserinin tedavisinde ana çıkış formülünü oluşturmaktadır. Bu temel etkin maddenin üzerinde yapılacak olan bazı modifikasyonlardan (örneğin, moleküler düzeyde radikal ilavesi yapılarak) sonra bağırsak kanserinin tedavisinde doğrudan doğruya büyük bir başarıyla kullanmak mümkün olabilecektir. Burada yeri gelmişken önemli bir noktayı hatırlatmakta fayda görüyorum. Yukarıda da belirttiğim gibi U-vitamini antioksidan özelliği olan bir maddedir. Antioksidanlar, kansere neden olabilen serbest radikallerin yok edilme- sinde etkin rol oynayan maddelerdir. U-vitamini de lycopen, quercetin, sulforafen ve E-vitamini gibi bir antioksidandır. Antioksidanlar, serbest radikalleri zararsız hale getirdiğinden dolayı kansere karşı bir önleyici olarakta önerilmektedir. Antioksidan lar, serbest radikalleri yok ettiğinden (zararsız hale dönüştürdüğünden) dolayı bağışıklık sistemini de güçlendiriyor demektir. Güçlü bir bağışıklık sistemi, kansere karşı vücudu dirençli kılmak demektir. Değerli okuyucu, benim U-vitamini üzerinde yaptığım çalışmalarımda gördüğüm, bu maddenin antioksidan özelliği değil (bu özelliği zaten biliniyor), doğrudan doğruya bağırsak kanserinin tedavisinde kullanılabilecek olmasıdır. Kısaca, bağırsak kanserinin tedavisinde herhangi bir yan tesir göstermeden doğrudan kullanılabilmesidir. U-vitamini kürü, kanser tedavisinde kemoterapinin (ilaç tedavisi) veya radyoterapinin (ışın tedavisinin) gösterdiği yan tesirlerin hiç birini göstermez. U-vitamininin, bağırsak kanserinin doğrudan tedavisinde kullanılabileceğini dünyada ilk defa kitabımda açıkladığım için insanlığa hizmet verebilmiş olmanın mutluluğunu yaşamaktayım.

Radyoterapi ve/veya Kemoterapi sonrası Beyaz Lahana Kürü
Bir çok kanser hastası, ameliyatsız veya ameliyat sonrası radyoterapi (RT) ve/veya kemoterapi (KT) veya da hormon tedavisi (HT) görmektedirler. Özellikle RT ve KT den sonra bu hastalar kendilerini yorgun ve halsiz hissetmektedirler. Yine bir çoğu dolaşım bozukluklarından şikâyet etmektedirler. Radyoterapi esnasında uygulanmak ta olan kısa dalgaboylu X-Işınları (Röntgen ışınları) dokuda değişik karakterde toksin özellikli kimyasal maddelerin oluşumuna neden olmaktadır. X-Işınlarının (RT) uygulanması esnasında yine, bir çok molekül küçük parçalara bölünmektedir. Parçalanan bu moleküller, yüksek derecede reaksiyona girme yatkınlığı gösterdikle rinden oldukça zararlıdır. İşte, radyoterapi veya kemoterapi uygulama sonrası uygulanacak beyaz lahana kürü, vücudu arındırmakta, oluşan toksinlerin vücuttan atılmasında mükemmel bir yardımcıdır. Bu amaçla uygulanacak olan kür, aşağıda belirtildiği gibi toksin atıcı kürdür.

Beyaz lahana kürü ve şeker hastaları
Beyaz lahana üzerine yapmış olduğum en son araştırma sonuçlarından bir tanesi de yüksek kan şekerini dengeli bir şekilde, vücuda zarar vermeden düşürmesidir. Beyaz lahananın bu gücü öylesine etkilidirki, kan şekeri yükselmiş olan şeker hastalarının adeta imdadına yetişiyor. Özellikle şeker hastalarının çok sık yaşadığı sorunlardan bir tanesi de dolaşım bozukluğudur. Şeker hastalarının kan şekerinin düşürülmesinde ve dengelenmesinde beyaz lahana kürü mükemmel bir takviyedir. Şeker hastaları için hazırlama ve uygulama şekli tamanen farklı, beyaz lahana kürü geliştirdim. Bu kürün uygulanışı ile ilgili olarak beş numaralı kürü okuyunuz. Değerli okuyucu, şeker hastalarının sıkca yaşadıkları kan dolaşımı bozukluğundan bahsettim. Burada çok önemli bir gözlemimden bahsetmek istiyorum. Bazı şeker hastaları kullandıkları tabletlere rağmen (insulin hariç) kan şekerlerini düşürmekte zorlandıklarını anlatmaktadırlar. Bu grupta olan şeker hastaları aynı zamanda dolaşım bozukluğu şikâyetlerinin olduğundan da bahsetmektedirler. Genel bir kural olmasa da, şeker hastası olan kişi aynı zamanda dolaşım bozukluğu yaşıyorsa, bu grupta olan şeker hastaları tabletlerini almalarına rağmen kan şekerlerini kontrol etmekte ve düşürmekte oldukça zorlandıklarını bildirmektedirler. Dolaşım bozukluğu ortadan kalktığı taktirde kan şekeri hem kolayca kontrol altına alınabilmekte hem de daha kolay normal seviyesine düşebilmektedir. İşte, bu grupta olan şeker hastaları için bir taraftan dolaşım bozukluğunu ortadan kaldırmak diğer taraftan da kan şekerlerini daha kolay kontrol altına alabilmek ve düşürebilmek için beyaz lahana kürü geliştirdim. Bu kür için beş numaralı kürü okuyunuz.

Bazı insanların özellikle ayak baldırlarından kalçalarına kadar olan bölgelerinde yer yer kılcal damarlarının çatladığı (capillary-fragility) görülür veya da deri yüzeyine yakın kılcal damarlar belirgin bir şekilde gözlenebilmektedir. İleri aşamalarında bu durum bazı belirgin şikayetlerin ortaya çıkmasına neden olur. Bu şikayetler özellikle kış aylarında soğukların başlamasıyla kendisini daha çok göstermeye başlar. Bu şikayetlerin başlıcaları kılcal damarların belirgin olarak görüldüğü bölgede yüzeysel yanma duygusunun başlamasıdır. Fazla yürüdüğünüz zaman yanma daha çok artar ve dinlenmekle de bu yanma duygusu geçmez. Biraz fazla yürümek ağrı vermeye başlar. Uzun müddet ayakta kalınca hem yanma hem de ağrı artmaya başlar. Yanmanın olduğu yüzeyde hissetmeme duygusu da (yüzeysel his kaybı) kendisini belirgin bir şekilde belli eder. Yanma ve ağrının olmadığı zamanlarda o bölgedeki yüzeysel his kayıbı devam edebilir. Her geçen yıl yanma bölgesindeki yüzeysel his kaybı artışı kendisini gösterebilir. Bu durumda beyaz lahana bir mucize gibi imdadınıza yetişir. Bunun için aşağıda verdiğim iki nolu kan dolaşımı uygulamasını kullanabilirsiniz. Şikayetlerinizin nasıl ortadan kalktığını hayretle gözleyeceksiniz. Aynı şikayetlerden muzdarip onlarca insan tanıdım. Kendilerine kullanma şeklini aşağıda belirttiğim beyaz lahana kürünü önerdim. Kısa bir zaman sonra bu insanlardan gelen mesajlar bana beyaz lahananın nasıl bir mucizevi bitki olduğunun ve de araştırmalarımda elde etmiş olduğum sonuçların da birer kanıtı olmuştur.

Burada hemen şu açıklamayı yapmayı uygun buluyorum, normal kilosu olan insanlarda su, yağ ve protein dağılımı kabaca; %60 su, %20 yağ ve %20 protein şeklindedir. Fazla kilosu olanlarda bu dağılım yaklaşık %40 su, %40 yağ ve %20 proteindir. Dikkat edilecek olursa protein oranı pek fazla bir değişim göstermemek tedir. Buna karşı yağ oranı artmakta ve su oranı da azalmaktadır. Yani kaba bir yaklaşımla şunu söyleyebiliriz, kilo alırken vücudumuzdaki su ve yağ oranı değişmektedir. Kısaca vücudumuzdaki yağ oranı artmakta ancak su oranı azalmaktadır. Bu noktada önemle vurgulamak istediğim husus şudur, kilosu fazla olan insanların, normal kilolu insanlara göre daha fazla su içmeleri gerekir. Bunun sebebi ise, kilo aldıkça insan vücudunda su oranının azalmasıdır. Normal kilosu olan bir insan günde en az 1,5 litre su içmek zorundadır.

Vücudumuzda her an milyonlarca kimyasal reaksiyon oluşmaktadır. Bunların bazılarının sonucunda toksinler oluşmakta veya tükettiğimiz birçok besinde de toksinler bulunmaktadır. Toksinlerin genel bir özelliği yağda çözünme özelliğinin olmasıdır. Bu özelliğin anlamı şudur; dışardan besinler yoluyla aldığımız veya vücudumuzda oluşan toksinlerin bir kısmının vücudumuzdaki yağ dokusunda depolanmalarıdır. Buradan iki önemli sonuç çıkartabiliriz: Birincisi, kilolu bir insanın kısa zamanda kilo verdiğini düşünün, kilo verirken yağlar erimekte (buna yanma demek daha doğrudur) ve depolanmış toksinler açığa çıkmaktadır. Hızlı bir şekilde kilo verildiği zaman bol miktarda açığa çıkan bu toksinler sağlığımızı (organlarımızı) olumsuz etkileyebilmektedir. Bu nedenle hızlı kilo verilmemesi gerekir. İkincisi ise kilomuz arttıkça vücudumuzdaki su oranı da azalmaktadır. Su, bütün organların rahat bir biçimde çalışabilmesi ve toksinlerin atılabilmesi için çok mühimdir. Ayrıca hücrelerimizde ceryan eden elektrokimyasal reaksiyonlar vasıtasıyla sudan oksijen kazanılır, tıpkı bir elektroliz gibi. Dikkat edilecek olursa kilo arttıkça vücudumuzdaki yağ oranı artmakta ancak vücudumuzdaki toplam su miktarı azalmaktadır. Bu nedenle özellikle kilolu insanların gün boyu yeteri kadar su alımına dikkat etmeleri gerekir. Fazla kilosu olan insanların hareket etmek istememelerinin ve kendilerini yorgun hissetmelerinin arkasında yatan gerçeklerden biri de vücutlarında yeteri kadar suyun depolanamayışından kaynaklanmaktadır. Çünkü, hücrelerin ihtiyacı olan oksijen, sadece solunum yolu ile aldığımız oksijene bağlı olmayıp, hücrelerde suyun elektrokimyasal olarak elektrolizi sonucunda ortaya çıkan oksijene de bağlıdır.
Beyaz lahana, vücudumuzda biriken toksinlerin dışarı atılmasını (detoxification) en iyi sağlayan bir sebzedir. Aşağıdaki uygulamaya göre uygulanacak olan beyaz lahana kürü, vücudumuzda biriken toksinleri çok rahat bir biçimde idrar, terleme ve dışkı yoluyla dışarı atmamıza yardımcı olur. Bu sayede bağışıklık sistemini hem güçlendirmiş hem de uyarmış olur. Türk mutfağının vazgeçilmez sebzesi olan beyaz lahana zor hazımlı ve gaz yapıcı olmasına rağmen gerçek bir şifa kaynağıdır.

Değerli okuyucu, beyaz lahana glucosinolate adı verilen madde içermektedir. Bu maddenin en önemli özelliği mikroorganizmaların büyümesini ve çoğalmasını engellemesidir (inhibe etmesidir). Bu özelliğinden dolayı bağışıklık sisteminin güçlenmesinde doğrudan etkilidir. Glucosinolate ve grubundaki etkin maddeler diğer bir çok sebzede de bulunmaktadır. Ancak, beyaz lahana ile bu bakımdan başka hiç bir bitki boy ölçüşemez. Neden, beyaz lahana böyle diye sorarsanız, beyaz lahanayı bir bütün olarak değerlendirmek gerektiğini söylerim. Çünkü, glucosinolate'ları böylesine etkili ve güçlü kılan, taze beyaz lahanadaki diğer bazı önemli etkin maddelerin bulunmasıdır. Hele hele kan dolaşımını düzenlemesindeki gücü başka hiç bir sebze ve meyvede bulunmayan potansiyel bir güçtür. Elektrik işletme sinde çalışan kilolu bir insanla tanıştım. İşim yapılırken bana, geceleri uyurken soluğunun durduğunu ve ani olarak korkarak uyandığından bahsetti. Hekimlerin dolaşım bozukluğu teşhisi koyduğunu söyledi. Ayrıca, zayıflaması gerektiğini de söylemişler. Kendisine, hekiminin önerilerine uymasını, takviye olarakta kitabımda taze beyaz lahana ile ilgili bölümde "Kan Dolaşımı Düzenleyici Kür" ü uygulamasını önerdim. Bu kişi beni bir gün telefonla arayarak, " Hocam size ne kadar teşekkür etsem azdır. Söylediğiniz kürü uyguladıktan bir hafta sonra rahat rahat uyumaya başladım, geceleri soluk durması gibi şikâyetlerimde tamamen ortadan kalktı. Üstelik kiloda verdim." Apnoe adı verilen bu şikâyetin tetikleyici sebeplerinden en önemlisi uyku esnasında kan dolaşımı bozukluğunun yaşanmasıdır. Bu konuda aşağıdaki iki nolu kürü okuyunuz.

Beyaz lahana ve B12-vitamini
B12-vitamini sadece hayvansal besinlerde bulunur. Ancak, beyaz lahananın fermentasyonu sonucunda B12-vitamini bakımından zengin, ekşi tadı olan ferment-lahana oluşur. Bu özellik hemen hemen başka hiç bir bitkide yoktur.

Selülit Oluşumu ve Hormonlar
Selülitlerin oluşumunda hormonların rolü büyüktür. Şüphesizki, beslenmenin de selülit oluşumunda önemli rolü vardır. Beslenmeye dikkat ederek, selülit oluşumunu engellemek veya durdurmak mümkündür. Eğer, beslenmenize dikkat ettiğiniz halde selülit oluşumu devam ediyor ise, burada ağırlıklı olarak iki önemli faktör rol oynuyor demektir. Birincisi su tüketimi, ikincisi ise bazı hormonların düzensizliğidir. Genel olarak, kadınlar erkeklere göre daha az su tüketmektedirler. Az su tüketimi selülit oluşumunda etkin rol oynamaktadır. Bu nedenle günde en az birbuçuk litre su içmek gerekir. Gün boyu içilen meyve sularını veya çay tüketimini veya bitkisel çay tüketiminin içerdiği suyu, günlük tüketilmesi gereken birbuçuk litre suya dahil etmemek gerekir. Unutmayınızki, suyun yerini hiç bir şey dolduramaz. Yirmidört saat içerisinde en az bir buçuk litre suyun içilmesi gerekir. Bu taktirde, az su tüketiminin neden olduğu selülit oluşumunun önüne geçilebilir. Kitaptaki su ile ilgili bölümü okuyunuz. Beyaz lahana içerdiği indol grubu maddelerden dolayı bazı hormonların dengelenmesinde iyi bir düzenleyicidir. Ancak, bu özellik selülitlerin oluşumunda etkin rol oynayan tüm hormonlar için geçerli değildir. Beyaz lahana kürüne rağmen selülitlerde belirgin bir azalma gözlenemiyor ise, bu taktirde bayanların genel olarak kadınlık hormonlarının dengelenmesinde mükemmel rol oynayan arslanpençesi kürünün önce uygulanmasını öneririm. Arslanpençesi, adeta kadınların kadınlık hormonlarının dengelenmesi için yaratılmış bir bitki... Aşırı oranda selüliti olan bayanlara, önce hormon dengeleyici arslanpençesi kürünü uygulamalarını daha sonra beyaz lahana kürünü uygulamalarını öneririm. Bakınız, arslanpençesi.

Hamile bayanlar ve beyaz lahana kürü
Beyaz lahananıniçerdiği Indol-3-Carbinol (I3C), östrojen hormonunu modüle ettiğinden dolayı hamile bayanların beyaz lahana kürü uygulamamaları gerekir. Beslenme amaçlı olarak beyaz lahana salatası veya dolmasını tüketmelerinde bir sakınca yoktur.

Safra kesesi alınmış olanlar ve beyaz lahana kürü
Safra kesesi alınmış olanların, beyaz lahana kürünü uygulamaları durumunda aşırı şişkinlik veya şiddetli gaz yaşamaları ihtimali yüksektir.

Dikkat 1:
Bazı kitaplarda beyaz lahananın şifalı gücünden faydalanabilmek için onun çiğ olarak (haşlanmadan) preslenerek (ezilerek veya sıkılarak) özsuyunun kullanılması önerilir. Bu kesinlikle doğru değildir. Aksine haşlanması gereklidir. Sıkılmış çiğ beyaz lahana suyu hem şişkinlik ve gaz yapar hem de hazmı zorlaştırır. Tüm bunların dışında çok önemli bir noktada şudur: Lahananın yapraklarını çiğ olarak presle diğiniz taktirde, lahananın yapraklarında ayrı ayrı bölümlerde bulunan myrosinaz enzimi ile glucosinolate maddeleri birbirlerine karışır. Karışma başlar başlamaz, myrosinaz enzimi, glucosinolat maddesinin içerdiği kükürtü serbest hale getirir ve de yan ürün olarak ayrıca toksin de (zehirli madde) oluşur.

Dikkat 2:
Beyaz lahana ile ilgili tüm uygulamaları günlük ve taze olarak hazırlayınız. Birkaç günlük hazırlayıp buzdolabında bekleterek kullanmayınız. Hazırladığınız beyaz lahana suyunu yirmidört saatten fazla beklettiğiniz taktirde (buzdolabında dahi olsa) nitril ve elementer kükürt oluşmaktadır. Bu oluşumdan dolayı arzu edilen şifalı güç hem oldukça zayıflamakta hem de nitril ve elementer kükürt sağlığımız üzerinde olumsuz etki yapabilmektedirler. Bazı kişiler bir çok sebzenin veya bitkinin çiğ olarak tüketilmesi taraftarıdırlar; çünkü daha çok şifalı gücünden istifade ettiklerine veya edeceklerine inanırlar. Bu genel bir kural değildir. Bu görüş kısmen doğru kısmen de yanlıştır. Şüphesiz ki doğru olan tarafı içerdikleri vitaminlerin pişirilme esnasında yok olduğudur. Ancak, bizi burada birinci derecede ilgilendiren o sebze veya meyvenin içerdiği vitamin gücü değil, şifa veren etkin maddeleridir. Örneğin; beyaz lahananın haşlamadan (çiğ olarak) preslenerek suyunu çıkardığınız taktirde, havayla temasın sağlanması sonucunda içerdiği enzimler bir çok gerekli olan şifalı etkin maddeyi etkin olmayan başka maddelere çevirmektedirler. Örneğin, çiğ olarak beyaz lahana sıkıldığı taktirde içerdiği myrosinaz enzimi bir çok şifa yönü bizim için gerekli olan etkin maddeleri sağlık açısından faydası olmayan hatta zararı olan maddelere çevirmektedir. İşte, bu çevirime engel olmak için mutlaka haşlamak zorundayız. Enzimlerin tamamı haşlama esnasında denatürize olurlar ve enzimatik özellikleri de (çevirme özelliği) ortadan kalkar.

Dolaşım sisteminizi koruyunuz! Vücudumuz kan dolaşımı aracılığı ile aldığımız besinler ve oksijenle beslenmektedir. Kan dolaşımında sorun çıkarsa, yüksek veya düşük tansiyon, kalp rahatsızlıkları, varis ve ruhsal sıkıntılar (depresif olma hali) gibi daha pek çok rahatsızlıklar ortaya çıkmaktadır. Bu rahatsızlık ların ortaya çıkmaması için kan dolaşımınızın sağlıklı bir şekilde çalışması gerekir. Kan dolaşımınızın sağlıklı bir şekilde çalışmasını doğru beslenme ile destekleye bilirsiniz. Burada birinci sırayı C-vitamini almaktadır. C-vitamininin damarlar üzerindeki (özellikle kılcal damarlar) olumlu etkisi çok önemlidir. Damar duvarlarının sağlamlığını artırıcı ve çatlamasını engelleyici rolü büyüktür. Damarlarda akan kanın kolayca akabilmeside çok önemlidir. Bu da kan pıhtılaşmasını engelleyici besinler ile olur. Bunların başında dolmalık biber, soğan, kök zencefil çayı ve limon suyu gelmektedir. Kan dolaşımını düzenleyici en güçlü sebze beyaz lahanadır. Beyaz lahananın kan dolaşımı üzerindeki olumlu etkisi öylesine güçlüdür ki, kürü uygula maya başladıktan kısa bir zaman sonra etkisini görmek mümkündür. Dolaşım bozukluğu parmak uçlarında uyuşmalara, kollarda karıncalanmalara neden olabilmektedir. Bu türden şikâyetler genelde kırk yaşlarından sonra ortaya çıkmaya başlar. Dolaşım bozukluğuna karşı uygulanacak beyaz lahana kürü bu türden şikâyetlerin ortadan kaldırılmasında mükemmeldir.


Mühim Not 1:
Aşağıdaki uygulamalarda, zayıflama ve selülitleri yok edici kürler verilmiştir. Bu kür ler uygulanırken kahve tüketiminden kesinlikle uzak kalınmasını öneririm. Bunun nedeni ise, kahvenin kortisol ve insülin hormonlarının konsantrasyonunu (miktarını) artırmasıdır. Kortisol ve insülin hormonları yağ depolayan hormon lardır. Bu iki hormon aynı zamanda yaşlanmayı hızlandıran hormonlardır. Kısaca, kahve tüketimi hem yağ depolanmasını hem de yaşlanmayı hızlandırır. Kahveden uzak durunuz önerisi, sadece beyaz lahana kürüne özgü değildir. Hangi zayıflama metodu olursa olsun, o metodu uyguladığınız müddetçe kahve tüketiminden uzak durunuz. Hücrelerinizin çabuk yaşlanmasını hızlandıran da yine kahvedir. Kahveden tamamen uzak durunuz anlamını da çıkartmayınız. Ölçülü olunuz. Ancak, aşağıdaki üç ve dört nolu kürleri uygulamaya karar verirseniz, kahveden kesin olarak uzak durmanız gerekir. Kaffein veya kaffeinsiz kahvenin bu konudaki etkisi aynıdır.
Kürler için uygulayacağınız beyaz lahananın mutlaka mevsiminde ve tabii olarak yetiştirilmiş olanlarını tercih ediniz. Her ne kadar adı beyaz lahana ise de, tercihiniz normal mevsiminde yetişenler olmalıdır. Bunlar, hafif sarı-yeşil yapraklı ve de iri olanlardır. Mevsiminin dışında küçük ve beyaz yapraklı lahanalar, kürler için uygun değildir. İri ve yaprakları hafif sarı-yeşil renkte olan mevsiminde tabii olarak yetiştiril miş beyaz lahanaları tercih ediniz. Küçük ve beyaz yapraklı lahanalar aşağıda önerilen kürler için uygun değildir.

Kür 1: Toksin atıcı ve kolon kanserini önleyici
Beyaz lahananın toksin atıcı ve kolon kanserini önleyici özelliğinden istifade edebilmek için, kaynamakta olan yarım litre suda 6-7 adet beyaz lahana yaprağı parçalamadan (tüm olarak), on dakika ağzı kapalı olarak hafif ateşte haşlanır, sabah ve akşam olmak üzere aç veya tok karna birer su bardağı içilir. Bu işleme toplam beş gün devam edilir. Beş gün uyguladıktan sonra üç gün ara verilir ve tekrar beş gün uygulanır. Böylece toplam on günlük kür tamamlanmış olur. Kısaca:

5 gün uygulama + 3 gün ara + 5 gün uygulama = Toplam 10 günlük kür

Toksin atıcı ve kolon kanserini önleyici bu on günlük kürü, bir yıl boyunca üç veya dört defa yapmak en doğrusudur. Bu kürü uygulamaya başladığınızın ikinci veya üçüncü gününden sonra vücudunuzun terlediğini ve özellikle de yüz kısmınızda yağlı yağlı terlediğinizi görürsünüz. Aynı zamanda dışkıda da belirgin şekilde yağ oranının artığı gözlenebilmektedir. Bu da yağla beraber toksinlerin atıldığını gösterir. Bu kürü uyguladığınız dönemlerde daha sık banyo veya duş yapmanız sizi hem daha çok rahatlatacak hem de deri gözenekleri açıldığından daha rahat toksinli-yağ atmanıza yardımcı olmuş olacaktır. Unutmayınız ki, toksin atan vücut kendini yeniler.

Not: Kesinlikle on günlük kür için ihtiyacınız olan miktarı tek bir defada hazırlama- yınız. Hergün taze olarak hazırlamanız şarttır.

Kür 2: Kan dolaşımı düzenleyici
Üç veya dört adet beyaz lahana yaprağı parçalamadan (tüm olarak) kaynamakta olan yarım litre suya atılır ve hafif ateşte ağzı kapalı olarak onbeş dakika haşlanır. Damak tadı için veya içimi kolay olsun düşüncesi ile haşlama suyuna hiçbir şey ilave etmeyiniz. Sabah ve akşam aç veya tok karnına bir su bardağı içilir. Her üç günde bir, üç gün ara verilerek toplam 21 gün içilerek uygulanır ve birinci kür tamamlanmış olur. Üç aylık aradan sonra tekrar; Her üç günde bir, üç gün ara verilerek toplam 21 gün içilerek, ikinci ve son kür tamamlanmış olur.

Kür 3: Selülitlerin yok edilmesi
Üç veya dört adet beyaz lahana yaprağı parçalamadan (tüm olarak), kaynamakta olan yarım litre suya atılır ve hafif ateşte ağzı kapalı olarak onbeş dakika haşlanır. Damak tadı için veya içimi kolay olsun düşüncesi ile haşlama suyuna hiçbir şey ilave etmeyiniz. Sabah ve akşam aç veya tok karına bir su bardağı içilir. Her üç günde bir, üç gün ara verilerek toplam 21 gün içilerek uygulanır. Bu uygulamadan sonra 21 gün ara verilir. 21 günlük aradan sonra sadece haftada bir defa, sabah ve akşam bir su bardağı içilerek selülitler yok olana kadar haftada bir defalık küre devam edilir.

Kür 4: Zayıflamak için
Dört veya beş adet beyaz lahana yaprağını parçalamadan (tüm olarak) kaynamakta olan 750 ml suyun içine atınız ve hafif ateşte ağzı kapalı yedi dakika haşlayınız. Damak tadı için veya içimi kolay olsun düşüncesi ile haşlama suyuna hiçbir şey ilave etmeyiniz. Haşlama suyunu aşağıdaki şekilde tüketiniz:

İlk beş gün hergün sabah ve akşam bir su bardağı
İkinci hafta hergün bir su bardağı
Üçüncü hafta iki günde bir (gün aşırı) bir su bardağı
Dördüncü hafta üç günde bir su bardağı
Beşinci hafta yedi günde bir su bardağı
Altıncı hafta içilmeyecek
Yedinci hafta bir su bardağı

Zayıflamak için yaptığınız bu kür aynı zamanda toksin atıcı, arındırıcı ve kansere karşı da koruyucudur. Her 4 kürde de haşlanmış beyaz lahana yapraklarının tüketilmesine gerek yoktur ve yemeklerden bir saat önce veya iki saat sonra içilme lidir.

Kür 5: Kan şekerini düşürücü ve dolaşımı düzenleyici
Bir litreden az yarım litreden fazla (yaklaşık 750-800 ml veya beş su bardağı) kaynamakta olan suda yedi-sekiz tane beyaz lahana yaprağını, parçalamadan (doğramadan, bir bütün olarak) hafif ateşte on dakika ağzı kapalı olarak haşlayınız. Haşlama esnasında kapağı açarak, bir kaşık yardımıyla yaprakların tamamının suyun içerisinde kalmasına özen gösteriniz. Tahta kaşık kullanmanızda fayda var. Ilıdıktan sonra haşlanmış beyaz lahana yapraklarını süzerek ayırınız ve aç karna veya yemeklerden bir saat sonra sadece bir buçuk su bardağı kadar suyunu içiniz. Açkarına içilmesi daha etkilidir. Haşlanmış beyaz lahana yapraklarını tüketmenize gerek yoktur. Beş-altı gün uygulanacak bu kürde, beyaz lahananın her gün taze olarak hazırlanması gerekir. Bir defada her öğünden sonra bir buçuk su bardağını içmekte (tüketmekte) zorlanıyorsanız, bu taktirde gün boyu aralıklarla her defasında yarım su bardağı içerek de kürünüzü uygulayabilirsiniz. Eğer, kan şekeriniz zaman zaman yükseliyor ve de dolaşım bozukluğu şikâyetleri de yaşıyorsanız, beyaz lahana kürü mükemmel bir takviyedir. Kan şekerinizin aşırı yükselmesine ve dolaşım bozukluğuna karşı da zaman zaman bir önleyici olarak uygulayabilirsiniz. Şeker hastalarının yılda 3-4 kez bu kürü uygulamalarında büyük faydalar vardır. Değerli okuyucu, beyaz lahana kürü yüksek kan şekerini nasıl olsa düşürüyor düşüncesiyle, hekime gitmekten veya kan şekerinizi kontrol ettirmekten kesinlikle geri kalmayınız.

Not: Hekiminizin verdiği ilaçlar var ise mutlaka kullanınız. Buradaki uygulamayı bir destekleyici olarak kullanınız. Öncelikle bilmeniz gereken nokta, kullanacağınız bitkiye karşı alerjinizin olup olmadığıdır. Bu konuda hekiminizin görüşünü alınız. Hekime gitmeden ve teşhis koydurmadan şikayetiniz ne olursa olsun, bu kitaptaki bilgiler ile kendi kendinizi tedavi etmeye kalkışmayınız. Bu kitabın içindeki bilgilerin kesinlikle bir hastalığı teşhis amacı yoktur.

Alıntı > Prof.Dr İbrahim Saraçoğlu