28 Mayıs 2009 Perşembe

Davetlimsiniz....

Acarkentliler Türk Sanat Müziği Korosu
2009
Bahar Konser Programı

Sunucu:Ayşe Egesoy
Yöneten:Hakkı Hergüner

Veeeee....
AYŞE TUNALI












Yer:Caddebostan Kültür Merkezi/Kadıköy
Tarih:02 Haziran 2009 Salı Saat:20:00

Ücretsiz...

Çok, ama çok profesyonelce hazırlık yapılarak hazırlanıldı,Görmenizi çok isterim.
Zaman ayırıp gelebilirseniz,çok memnun ayrılacaksınız.
Keyifli sahne performansına şahit olacaksınız...
Koromuz,inanılmaz güzellikte...
Ben görevli olacağım.
Kapıda olmaya çalışacağım,ama çoğunlukla kuliste olurum....
Kaç kişi gelirseniz gelin,ücret ödemeden seyredeceksiniz...
Erken gelmenizde fayda var,genelde yer bulunamıyor çünkü...
Hepinizi orada görmekten çok mutlu olacağımı bilin lütfen...
Saygılarımla....

26 Mayıs 2009 Salı

Pinokyoculuk....


Yalan söylemek!
İnanıldığı halde,inanana yalan söylemek ne kazandırıyor?
Doğru olmayan ifadeler anlaşılınca,geriye dönmeye çalışmak,sadece can acıtmıyor mu?
Sana verilen değerler,tek tek geri alınmıyor mu?
Demek ki ne yapmayacak mışsın?
Asla yalan söylemeyeceksin!
Hele arkadaş arkadaşa hiç yalan söylemeyecek...
İnsanın canı acıyor....Ve güven=O oluyor...
"Sağlıcakla kal arkadaşım,yalanını yutan bir arkadaş bul kendine..."
Diyebileceksin.....

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Merhametten maraz doğar demişler...Doğru mu acaba?

Resimlerini çektim ama,bilgisayara aktarırken hata veriyor.Evdeki bilgisayarın modemi bozulduğu için,tamamen iptal durumda. Ama sokak köpekleri aşağı yukarı birbirine benzediği için,internetten bulduğum bu benzer resimler aynı ifadeyi taşıyor.
Kızım kucağında eve getirdiğinde avuç içi kadardı.Belki annesi vardı diye çakılıma kızmıştım.Ertesi günü götürmesini söyledim.Sokak merdivenlerinin dibinde tam 7 köpek yavrusu daha vardı,sabah bırakırız diye düşündük.sabah gidip baktığımızda hepsini alıp götürmüş belediye diye duyduk.Kimi öldürdüler dedi,kimi barınağa götürdüler dedi.

Anladığınız üzere köpek elimizde kaldı.
Şimdiye kadar hiç köpek bakmadım.Çok ufak,anne sıcaklığını arar diye girişe bir kutu koyup ev sıcaklığında büyütmeye başladık.

Çok fazla dokunmuyorum ki,fazla alışmasın diye.Hep gidecek gözüyle bakıyorum bu köpeğe...

Kedilerimizin ismi,Gazoz,Ayran...Köpeğe de Kafi adını koyduk.Hayvanlar çoğaldıkça,içecek isimleri de çoğalmaya başladı(!)...
Geçenlerde apartmanımdaki arkadaşlarım gelmişti.Sohbet sırasında"yakında koyun keçi ve at bile alırız bu hızla"dediğimde hepsi gülmüştü bana.Ertesi günü kalktığımda kapıma bir at vardı."Hadi canım!" dedim.Kaybolan bir at imiş.Ve Benim kapımda!
Keşke başka bir şey dileseymişim.Hem de hamile bir at!

Belediyeyi aradık,pazar günü çalışmazlarmış.Benim bahçenin asma yapraklarını yedirdim ona .Ekmek verdik,mahallenin çocuklarına su vermelerini söyledim.Tam iki gün bir ön bahçe duvarımda,bir arka bahçe duvarımda.
Sanırım,çayıra gelen çingenelerin elinden kaçmış.
Daha sonra tarlası olan bir adam gelip almış onu....
Neredeyse bahçeye alacaktım.Bize gelen gitmediği için açıkçası korktum.Kalır falan... :-((

Neyse,bu köpek tam 5 aydır bizde.Görüntüsü soldaki köpeğe benziyor.Ne ayakkabı bırakıyor kapıda ne süpürge.Ne bulsa parçalıyor.Hala benden korkuyor.Sırığım vermiyor köpeği.Ama,ev bana bakıyor,alışveriş bana,temizlik ve kedilerin bakımı.Üstelik çalışıyorum.Bunlar zaten yoruyor beni,bir de bu köpekle uğraşmak çok zor.
Geçenlerde kardeşimin okulnda bir öğrencisi istemiş köpeği."Kardeşim gibi bakacağım öğretmenim demiş"."Hemen alsın"dedim,gelip aldılar.Tam üç gün rahat ettim.
Bir telefon,Sırığım:
"Anne bil bakalım kim geldi?"
"Kim?"
"KAFİ!"
Şaşırdım! Onca yolu nasıl gelebildi?
"Üstü başı diken içinde anne! Su kabını ağzıyla tutup bana getirdi anne,iki kap su içti""Annem,herşeyiyle ben ilgileneceğim anne,vermeyelim"
Tasmasını ısırarak koparmış ve kaçmış.(Kadıköy ve Üsküdar arası kadar bir uzaklık gibi düdşünün)
Be ne yapacağım.Daha aşıları vurulmadı ve üstelik dişi!
Dişi hayvanları daha çok seviyorum ama ya yavrularsa?
Anlayacağınız,ŞAŞKINIM.
Ve çare arıyorum.
Bir yandan bahçe ekiyorum,bir yanda bu köpek!
Kedi dışarıda da doyurur kendisini,ama köpek sahibine bağımlı...Kimseye de emanet edemezsin...
Zaman aleyhime çalışıyor gibi...
............................................................
Tam bilgi edinemedim,ama merkezi yurt dışında olan bir vakıf sanırım.

İrtibata geçmeye çalıştım,ama bir cevap gelmedi henüz...
Oldukça başarılı bir çalışma alanları olduğunu okudum.
Adres şu:

21 Mayıs 2009 Perşembe

Tohum anne....





Dün toprağa ektiğimiz ‘güzel anne’ye teşekkür!


Dün toprağa verdiğimiz güzel anne...


Önceki akşam senin fotoğraflarına baktım uzun uzun... Sararmaya yüz tutmuş, siyah-beyaz fotoğrafları, hayatını anlatan kitabın sayfalarından beynime kazıdım...


Kazıdım ki (görmek kısmet olursa) ilerideki yıllarda torunlarıma anlatayım..


Otuzlu yaşlarındaki idealist bir doktorun, Doğu Anadolu’nun bilmem neresindeki bir göçebe çadırında üzerindeki patiska elbisenin, bozkır rüzgârında savruluşunu resmedebileyim, mavi-pembe bir masal gibi...

Kısacık kestirdiği saçlarıyla, “Benim dünya güzelliklerinde gözüm yok” diyen ermişliğinden keyifle söz edebileyim...

Dişleri dökülmüş hastasıyla çeşme başında karpuz yerken gözlerinde beliriveren ışıltının, okuduğum kitabın saman sarısı sayfalarına yansımasını... Karşısındaki çaresiz adamın hayatı boyunca kimseden görmediği bu ilgi ve şefkatle dirilip, hayata sarılma gücü bulmasını bir de...

Adının başına doçent, profesör gibi sıfatları, lüks muayenehanesinde daha yüksek bir vizite ücretiyle zenginlere hizmet etmek için almadığını...

O unvanların yoksul ve çaresiz insanların hastalık çökmüş evlerinde bir şeyler yapabilmek için çırpındığı yıllarda kendiliğinden geldiğini öğretebileyim onlara...Dün toprağa verdiğimiz güzel anne... Seni ezberledim saatler boyunca...Din bezirgânları tarafından kandırılan, sömürülen, kullanılan bir cemaatten; kardelenler yeşertmek için verdiğin mücadeleyi ezberledim...Ezberledim ki, çaresiz köylerin yıkık dökük evlerinde doğup cahilliğin önünde umarsızca sürüklenen çocuklara anlatabileyim “kadere teslim olmamaları” gerektiğini...

Yırtık lastik ayakkabısıyla karlar içinde yürümek zorunda kalan Hacer kızın, sana rastladıktan 15 yıl sonra beyaz önlükler içinde hasta muayene eden Dr. Hacer Hanım’a dönüşmesinin sihirli öyküsünü öğretebileyim yılgın çocuklara...Yardımcı Doçent Nermin Hanım’ın babasının okuma yazma bile bilmediğini...

Saliha Öğretmen’in senin yaptırdığın kız yurdunda kalırken ilk kez iliklerine kadar ısındığını söyleyebileyim.Minicik kızlara öğrettiğin, “hayalleri gerçeğe dönüştürme” sanatını aktarabileyim gelecek kuşaklara...

Dün toprağa verdiğimiz güzel anne...

Dün seninle birlikte çıktım son yolculuğuna...Sahip çıktığın, kadın olmanın kutsallığını aşıladığın binlerce kızın gözlerinden sel gibi akıyordu yaşlar Harbiye’de...O yaşları, eşimin gözlerinde gördüm en yakından... Ve hatıra defterimin en ayrıcalıklı bölümüne yazdım.

Hayatlarında seni bir kez bile görmedikleri halde, sana teşekkür etmek için koşup gelen on binlerce kadının ve erkeğin sevgisini yazdım o sayfalara...Yazdım ki; onların şanslı çocukları, senin yetiştirdiğin akranlarına, arkadaşlarına sarılabilsinler; bizim sana sarıldığımız gibi...Kötülük ve sevgisizlik değil, iyilik kök salsın minicik yüreklerine...Yetmiş küsur yıl önce başlayıp, dün Zincirlikuyu Mezarlığı’nda sona eren yolculuğun o eşsiz destanı; bir ezgi gibi dolaşabilsin kulaktan kulağa...
***Sana binlerce kez teşekkür ediyorum, dün toprağa verdiğimiz güzel anne...


Kızım için başta...

Onun yaşayacağı dünyaya çağdaş, eğitimli, iyi yetişmiş akranlarını armağan ettiğin için...Hayatını bizimle paylaştığın ve seninle aynı zaman diliminde yaşamış olmanın onurunu yaşattığın için binlerce kez teşekkürler sana!Bize böylesine içten teşekkür etme olanağı sağlayacak kadar temiz ve onurlu bir yaşam sürdüğün için teşekkürler!


Aslında yanlış yazdım baştan beri: Dün seni toprağa vermedik güzel anne...


Ektik!


Senin gibi binlercesi yeşersin diye...
***FOTOĞRAF!


Dün Harbiye’den Teşvikiye’ye... Oradan da, Şişli ve Mecidiyeköy üzerinden Zincirlikuyu’ya akan insanların fotoğraflarına bakın bugünkü gazetelerde...Dünkü o uzun yürüyüş sadece bir halkın, annesine vedası değildi...Onun sayesinde biçimlenen ve bilinçlenen insanların bir resmigeçidiydi aynı zamanda!Ve hepsi... Hepimiz...Yaşadığımız büyük acıya inat, coşkuluyduk...O fotoğraflara iyi bakın ve hatta onları kesip saklayın...Çünkü geleceğimiz o fotoğraflarda gizli... Cüppeli, sakallı, çarşaflı ve ezik bir toplumun, bize uzak hayaletinde değil!


***GÜNÜN SORUSU

Kendisini aydın sanan liboş arkadaşlar...

Dün gerçek bir aydını uğurladık biz...


Nerelerdeydiniz?

......................................................................

MUSTAFA MUTLU, Ben de sana teşekkür ederim.Duygularımı dile getiren bu yazıyı yazdığın için...


İki gündür sürekli televizyonun başındaydım.

Cenazeye katılamadım.Başımı sıkıca sıktığım tülbentle,başağrıma engel olmaya çalışarak,gripten gözümü açmakta zorlanırken dahi,hangi kanalda veriliyorsa o kanalı seyrederek geçirdim iki günümü..


Kardelenlerin konuşmalarındaki minneti duymamak mümkün değildi...Kurdukları cümleler,verilen olanakların yerini bulduğunu gösteriyordu.Öyle güzel tohumlar ekmiş ki,adeta orman fideleri oluşuyor.
: “Benim bir adım Mavili, bir adım da Kardelen... 10 çocuklu bir ailenin üyesiyim; beşimiz kız, beşimiz erkek. Ben ilk Kardelenlerden biriyim. Yedi yıl önce, derste çaldı kapımı umut. Okul müdürümüz, başarılı kız öğrencilere burs verileceğini söyledi. Biz, beş kız, okuma isteğimizi anlatan birer mektup yazdık. Kabul edildik. Burs sayesinde, ailelerimiz de okuma isteğimize karşı koyamadı. Bir yıl hariç hep burs aldım. O yıl da, üniversitenin ilk yılıydı. Israrla aramışlar burs vermek için. Zazaca konuşan annem anlamamış ne söylediklerini. Bursun devam etmesini istiyorlarmış, bana ulaşamamışlar. Tekrar kavuştuğum burs sayesinde Dicle Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü’nü bitirdim... Şimdi, Diyarbakır’da İlköğretim Okulu’nda Türkçe öğretmenliği yapıyorum. Öğrencilerime, eğitimin gelecekleri için ne kadar önemli olduğunu anlatıyorum. Onlar benim burslu okuduğumu biliyorlar ve bana özeniyorlar; en önemlisi, bana inanıyorlar. Önceki yıllarda köylülerle öğretmenler kavgalıymış hep. Beni ve okulun artan imkânlarını gördükçe yargıları değişti. Bizim oralarda kızlar için çok para harcanmaz, nasıl olsa evlenecek, boşa gider diye. Kardelenler bursu bu anlayışı da yıktı.”

İlk kez böyle bir cenazeye şahit oldum.Duyduğum gurur,sık sık ağlamama sebep oldu.

Bu sabah,hangi kanal olduğunu hatırlamıyorum,ama yine kız çocuklarının okutulması üzerine yapılmış bir programdı.Yaşlı bir köylü, şöyle diyordu;

"Okusun çocuklarımız okusun.Okusun ki,okuyan milletlerin altında ezilmesinler,boyun eğmesinler.En yukarısı neyse oraya kadar okusunlar.Cehalet kadar kötü bir şey yoktur,köle olursun."

İşin özü bu!


Eğer Bilge köyünün anneleri okumuş olsaydı,evlatları bugün o katliamı yapmazlardı.


Çocuklarımız,insanın sadece kendisi için yaşamadığını,doğru bildiği ilkelerinin peşinden gidildiğinde topluma ne kadar yararlı olunabildiğini gördüler.

Fikir ve inançlarının karşında yer alanların engel olma uğruna,attıkları iftiraya rağmen,kanserle mücadele etmesine rağmen,her gün yeni bir çocuk kazanmak için tüm gayretiyle çalışmasını gördükçe,yeni nesil için umutlarım çoğaldı..

Ölümü bile ,bir çok şey için güzel başlangıç oldu...



.............................................................................


Sezen Aksu'nun mesajı çok anlamlı:


Türkan Saylan Hoca'nın Ardından...


Sevgili Türkan Hocam,

Bu gidişiniz insana elinde olmadan bir burukluk, bir öksüzlük duygusu yaşatıyor ama yine de biliyoruz ki kızlarımız bizimle beraberken yaptıklarınız sayesinde hiç de öksüz kalmadı aslında... Çünkü onlara açtığınız yol, ilahi bir şekilde şevkatle her zaman ileriyi işaret edecek.

Son sözlerinizde, ölüme hazır olduğunuzu söylemişsiniz. Siz sadece ölüme değil, her zaman herşeye hazır, farkında, hayatı olduğu gibi karşılayarak, onu değerli kılacak katma değerler üreterek yaşadınız.

Türkan Hocam,

Siz sonsuz bir hizmet sorumluluğu ve aşkı ile çalışırken bir ucundan elinizden tutanlardan biri olmuş olabilmek, hayatın en değerli lütuflarından benim için.Zamanın ve mekanın hiçbir önemi yok. Hiç umulmadık anlarda, hayatın herhangi bir köşesinden, hayırlı nefesinizi yüzümüzde hissedeceğimizden eminim.

Şimdilik hoşçakalın...

Sezen.


....................................................................


.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

TÜRKAN HOCA'YI KAYBETTİK !!!!!







Türkan Saylan'ı kaybettik
İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü'nde tedavi gören Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan, bugün sabah 04.45'te yaşamını yitiridi.ÇYDD Genel Başkanı Prof. Türkan Saylan'ın doktoru yaptığı açıklamada şunları söyledi: "Saylan'ın bilinci son 24 saate kadar açıktı. Cumartesi dondurma yiyip su içti, sorularımıza mantıklı cevap veriyordu. Bilinci son 24 saatte kapandı. Mesajı 'bana düşen tüm görevleri yerine getirdim, ölüme hazırım' oldu. Bu sabaha karşıu hayatını kaybeden Türkan Saylan'ın bilinci kapanmadan önce Cuma günü ailesi ve ÇYDD yöneticilerinden bir dizi istekte bulunduğu bildirildi. Vasiyet niteliğinde olan isteklerin arasında: "Kız öğrenci sayısının 36 binden 100 bine çıkarılması, Türkiye'deki her köye bir okul yapılması ve her kasabada kız öğrenci yurdu yapılması"

TÜRKAN SAYLAN KİMDİR?
Türkan Saylan;

- 13 Aralık 1935'te İSTANBUL'da doğdu. 1944-1946 yıllarındaKandilli İlkokulu ve 1946-1953 yıllarında Kandilli Kız Lisesi'nde okuyan Saylan, 1963'te İstanbul Tıp Fakültesini bitirdi.

-Saylan, 1964-1968 yılları arasında Sosyal SigortalarNişantaşı Hastanesi'nden Deri ve Zührevi Hastalıklar Uzmanlığını aldı.

-1968 yılında İÜ İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’nda Başasistanlığa başlayan Saylan,

-1971'de İngiliz Kültür Heyeti'nin bursuyla İngiltere’de ileri eğitim gördü. 1974'te Fransa, 1--1976'da yine İngiltere'de kısa süreli çalışmalar yapan Saylan,

-1972'de doçent, 1

-977'de profesör unvanını aldı.

-Prof. Dr. Saylan, 1976 yılında Lepra (Cüzzam) çalışmalarına başlayarak Cüzzamla Savaş Derneğini kurdu.

-1986'da kendisine Hindistan'da “Uluslararası Gandhi Ödülü” verilen Saylan,

-2006 yılına kadar Dünya Sağlık Örgütü'nün Lepra konusunda danışmanlığını da üstlenen Saylan, Uluslararası Lepra Birliği'nin (ILU) kurucu üye, ayrıca Avrupa Dermato Veneroloji Akademisi'nin ve Uluslararası Lepra Derneği’nin de üyeliğini yaptı.

-1981-2002 yılları arasında 21 yıl, üniversitedeki görevinin yanında gönüllü olarak Sağlık Bakanlığı İstanbul Lepra Hastanesi Başhekimliği'ni yapan Prof. Dr. Saylan,

-1982-1987 yılları arasında, İstanbul Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanlığı'nı,

-1981-2001 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü'nü yürüttü. Saylan, Dermatopatoloji Laboratuarının, Behçet Hastalığı ve Cinsel İlişkiyle Bulaşan Hastalıklar Polikliniklerinin kurulmasına öncülük etti, Saylan ayrıca Ulusal Lepra Kontrol Programını koordinatörü olarak proje, planlama ve uygulamalarını gerçekleştirdi. -1989'da, bir grup Atatürkçü aydın tarafından devrim yasalarını ve laik düzeni koruyup geliştirmek amacıyla oluşturulan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin (ÇYDD) kurucularından ve genel başkanlığını yürüten Saylan,

-1990'da oluşturulan “Öğretim Üyeleri Derneği”nin kurucusu ve II. Başkanlığını yaptı. Prof. Dr. Saylan, 1990'da oluşturulan “İÜ Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi”nin kuruluşunda görev aldı ve 1996'ya kadar Müdür Yardımcılığı ile Kadın Sağlığı derslerinin koordinatörlüğünü yaptı.

-1995'de mezun olduğu lise için oluşturulan Kandilli Kız Lisesi Kültür ve Eğitim Vakfı'nın (KANKEV) kurucusu ve başkanlığını yapan Saylan, İstanbul Tabip Odası ve Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfının da üyeliğini yaptı.

-13 Aralık 2002’de emekli olarak resmi görevlerini devreden Saylan, gönüllü kuruluş olarak, ÇYDD'nin Genel Başkanlığını, KANKEV Vakfı ile Cüzzamla Savaş Derneği Başkanlığını, sürdürüyordu.

-Saylan, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından 31 Mart 2000 tarihinde Sosyal Hizmetler Danışma Kurulu üyeliğine seçildi ve halen bu görevi sürdürüyordu. 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından 2 Şubat 2001'de YÖK üyeliğiyle görevlendirilen Saylan'ın bu görevi Şubat 2007'de son erdi.

-Saylan, 2003-2004 arasında Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu üyeliği ve İstanbul İl İnsan Hakları Kurulu üyeliklerinde bulundu.

-2005 yılı başı olarak, toplam 440 yayını bulunan Prof. Dr. Saylan'ın bu yayınlarından 50'si yabancı dergilerde yayımlanmış tıbbi çalışmaları, 204'ü tıbbi, sosyal ve siyasal içerikli gazete makaleleri, 186'sı ise Türkçe tıbbi dergilerde ve kongre kitaplarında yayımlanmış araştırma, derleme ve olgu bildirimlerinden oluşuyor.

-Saylan'ın, 5 kez baskı yapan “1. Basamak Sağlık Hizmetlerinde Deri ve Zührevi Hastalıklar El Kitabı” adlı ders kitabı, çocukluk yaşamını anlatan “At Kız”, makalelerini içeren “Cumhuriyetin Bireyi Olmak” eserleri ile Radyo Cumhuriyet'teki programlarının dökümü olan “Radyo Cumhuriyet'te Çağdaş İnsan Söyleşileri”, Mehmet Zaman Saçlıoğlu'yla söyleşilerini içeren ve 7 baskı yapan “Güneş Umuttan Şimdi Doğar” ile Zehra İpşiroğlu'nun sorguladığı Yapıcılığın Gücü ve son olarak da Şefik Görkeyle yapılmış “Hekim Olmak” adlı eserleri bulunuyor…

-Hayatı boyunca bir çok ödül alan ÇYDD Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan, son olarak Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) tarafından, cüzzam ve eğitim alanındaki çalışmaları nedeniyle “Fahri Doktora” unvanına da layık görülmüştü, fakat hastalığı nedeniyle ödül törenine katılamamıştı…

- Çağdaş Yaşamı Destekle Derneği Başkanı Türkan Saylan’ın Beşiktaş Arnavutköy’deki evinde 13 Nisan 2009’da Ergenekon soruşturmasının 12. dalgasında arama yapılmıştı. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan, tedavi gördüğü hastanede sabaha karşı vefat etti. Uzun süredir kanser tedavisi gören Prof. Dr. Saylan, kan değerlerinin düşmesi nedeniyle İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü’nde kontrol altında tutuluyordu.
ÇYDD'den yapılan açıklamada cenazeye çelenk gönderilmesi yerine Prof.Dr. Türkan Saylan'ın da vasiyeti doğrultusunda derneğe bağışta bulunulması istendi.
ÇYDD BAĞIŞ BİLGİLERİ
TEL: 252 44 33
HESAP BİLGİLERİ: Yapı Kredi Bankası, Etiler Özel Bankacılık Merkezi Şube: 915
Hesap No: 01002861


KAYNAK:MİLLİYET
...............................................................................................................................
Çok üzgünüm!


Ata'nın bıraktığı emaneti en iyi koruyanlardan biri olarak gördüm hep Türkan Saylan'ı.


Geleceğin büyüklerine en iyi liderlik yapanlardan biri...


Huzur içinde uyu....

14 Mayıs 2009 Perşembe

Anne kimdir?

ANNE,
-Dünyada karşılık beklemeden börek yapan tek insandır.

-Karşılıksız sevginin ete kemiğe bürünmüş halidir..!
-Ne kadar üzsen de 10 Dakika sonra seni affeden zarif bir memeli türüdür,

-Yağlı bile olsa tiksinmeden saçını okşayan, kucağına yatıran, öpüp koklayan tek varlıktır,

-Meleğin süt verebilenidir.

-'Yarasın' diye muhallebinin içine ciğer katarak, çocuğuna yediren manyaklık derecesinde yaratıcıdır.

-Yemek yemeyen çocuğun dikkatini çekmek için elindeki tencere ve tavalarla maymunluk yapabilen kişidir.

-Kafayı çocuklarıyla bozmuş, göbek bağı kopsa da, yürek bağı asla kopmayan, sevgi dolu fedakar insan dişisidir.

-Bulaşık, ütü, vb. yaparken bile otomatik olarak çene çalan, kendi kendine konuşan, 'kadın dırdırı' denen mereti erkeklere daha küçükten belletendir.

-Yemek uzmanı, düzen insanıdır.Yavrularını yol tarafından değil, kaldırım tarafından yürütendir. -Dizi dizi incidir, lakin gerektiğinde, laf sokma dalında da birincidir..!
-Sevgiliden ayrılma haberi verildiğinde, 'amaaan ben sana daha güzelini bulurum' diyebilenkomik bir karakterdir...

-'Oğlum aradım yoktun. Ben de mesaj atayım dedim sana. Gelince ara beni emi aslan evladım.Kara börülcem benim, öptüm annen' şeklinde mesajlar atabilen, teknolojiyi ısrarla reddeden, kabullenemeyen, kafasına göre yorumlayan bilişim düşmanıdır...
-AMA ...AMA dünyanın en güzel kucağına sahip, en güzel kokan, harikulade bir varlıktır.

-Olmadık yerlerde 'iyi ki doğurmuşum ulen seni' diyen, benim hatırıma benimle Freddy Mercury dinleyen bir sabır ağacıdır.
-Evlatlarını asla ayırmayan, aynı zamanda birbirinden koruyan güç abidesidir.

-Evde bir yere uzandığınız an, orada temizlik yapacağı tutan, temizlik konusunda kayışı kopardığından, temizlikçi gelecek diye evi temizleyen, balans ayarı kaçmış, sevimli, tatlı, güzel bir temizlik manyağıdır...

-Mutfakta yaşayan, evde herkesi idare eden bir tür tatlı canlıdır...

-Evrendeki tüm sevgilerin güçlerini birleştirdiği sulugöz abidesi bir yaratıktır..!

-Oğlunun damat - kızının gelin olduğunu görünce, çocuğu mezun olunca, çocuğu gol atınca,çocuğu hasta olunca, çocuğu askere gidince, çocuğu harçlıklarından 5 dolar biriktirdi diye,dolar yükselince, velhasıl buna benzer bir sürü şeye anında ağlayabilen, bu mesajı okurken bile duygulanıp - gözleri dolabilen, ağlamaya meyilli bir yapısı olan duygu pınarıdır.
-Çoook uzakta dursa da yakın hissedilen, çok yakınında dahi olsa canı hep istenen, asla vazgeçilmeyen, dizinin dibinde olmak istenen, evlatların varlığını, varlığına armağan edebileceği,*** ıslak - kuru ama heeeep duygulu***tek kadın modelidir...


Bunu yazan kesin benim oğlumdur diyeceğim,ama internette buldum bu yazıyı...Demek ki bütün erkek çocukları aynı görüşteymiş....Kızlar daha mantıklı bence...

:-))

Cinler tepenize nasıl gelir? BUYRUNUZ....


-"Oğlum,şurda 2,5 haftan kaldı."

-"Evet,biliyorum,niye söylüyorsun ki?"

-"Hani,bilgisayar başında oturunca ve dışarıda top oynayınca iyi not vermiyorlar da,hatırlatayım dedim!"

-"Ben çalışıyorum!"

-"Hadi ya! Ben niye görmüyorum!"

-"Sen gelmeden çalışıp bitiriyorum da ondan!"

-"Vay be! Benim çalışkan oğlum,15 dakikada kitabı yalayıp yutuyormuş da benim haberim yok!Nankörüm nankör!"

İçeriden bir kahkaha...

-"Anne seni çok seviyorum'"

-"Beni kandırma sırık!"

-"Ben kendim için çalışıyorum.Sen öyle demiyor musun?Görmüyorsan bana ne!"

-"Bak sen! Dayılanıyor muyuz ne?"

-"Hayır anne! Sen anlamak istediğin şekilde anlıyorsun."

-"Nasıl yani?"

-"Tartışma çıkarmak istiyorsun..."

-"O makinenin başından kalk ve buraya gel bakayım sen!"

-"O makine değil,bilgisayar birkere!"

-"Beni yanına getirme sırık!"

-"Geeeel..."

-"Gelirsem ne olacağını biliyorsun değil mi?O bilgisayarın merdivenlerden düşüş sesini duymak istemiyorsan hemen buraya gel..."
........................

-"Geldim,ne var?"

-"Neden adam gibi ders çalışılmıyor,anlatır mısın?"

-"Anneciğim,bak ben ders çalışıyorum.Sınıfta üçüncüyüm.."

-"Ooooo,sınıf standartınız bir hayli yüksek demek ki,senin iki zayıfını düşünürsek,oldukça başarılı bir sınıf demektir öyle mi?"

-"Çok gıcıksın anne,biliyor musun? O zayıf değil,düşük not!"

Ben de şalter atıyor artık...

-"Seni ayağımın altına almamı istemiyorsan,hemen oturup çalışıyorsun.Bilgisayarı bir daha açarsan,daha önceyi hatırlatırım sana..."

Daha önce bırakmasını söylediğim,top, fotoğraf makinesi ve benzeri şeyleri 8. kattan aşağıya atmıştım da....

-"Burası bahçe katı anne!"

-"Bilgisayar için ,kat farketmez değil mi?Bir kaç basamak işini bitirmeye yarar."

-"Yapamazsın anne!"

Hızla kalkıp,odaya hamle yapıyorum.Önüme geçmeye çalışıyor.Öyle kızgınım ki,hızıma engel olamıyor.Direk ekranı kucaklıyorum.Engel olmaya çalışırken,işaret parmağımla dönüp,ikaz ediyorum;

-"Dediğim yaptığımı biliyorsun!Bana engel olmaya kalkışmanın işe yaramayacağını biliyorsun"

Duman saçıyorum adeta!

-"Tamam,tamam.Oturup çalışacağım.Elleme bilgisayarımı."

-"Peki,bakalım sözünde duracak mısın?"

-"Bana hiç güvenmiyorsun ki!"

-"Öyle acıların çocuğu gibi davranma bana! Ne demek istediğimi anlıyorsun."

-"Öyle tabii,ne zaman güvendin?"

-"Beni aldatıp,ders çalışıyormuş gibi yaptığın zamanları unutmadım beyefendi!"

-"Ben seni hiç kandırmadım hiç!"

-"Kes artık,yarın bu dersten bir zayıf al da,bak bakalım üstüne atlıyor muyum,atlamıyor muyum?"

-"Hey Allahım,nasıl bir anne bu?"

-"Üzgünüm,payına ben düştüm!"

Aradan 20 dakika geçiyor.

Dışarıdan bir ıslık sesi(arkadaşlarının dışarı çık mesajı)

-"Dışarı çıkmıyorsun!"

-"Ya,anne saatlerdir çalışıyorum.Biraz çıkıp gelirim."

-"Beni çıldırtmak için yapıyorsun biliyorum.Ve başarıyorsun!Cep mesajıyla çağırdığın arkadaşlarını yine aynı sistemle gönderiyorsun."

-"Hayır.Ben çıkıyorum!"

-"Ay,çok korktum bu ses tonundan be!"

Kapıyı açıyorum ve gelemeyeceğini söylüyorumm.O da camı açıp"geliyorum" diyor.

Bizim pencere ve kapı kapanıyor.Ve dışarı çıkılamıyor!Akıbetimiz belli değil dışarıdakilere göre...Meraktan ölsünler oyun düşkünleri...

-"MP3 üm nerede anne?
-"??!&/?*??***^^............."

Ölür müsün öldürür müsün?

İki haftamız kavga döğüş böyle geçecek...

Gerçi derslerimiz iyi ama,boşvermemek lazım...

12 Mayıs 2009 Salı

Sıkıldım...

Canım bir şeyler yapmak istiyor!
Mesela;






Okusam,okusam,okusam..


Örsem,örsem,örsem....



Yesem,yesem,yesem...






Konuşsam,konuşsam,konuşsam....






Temizlesem,temizlesem,silsem...



Yan gelip yatsam...

Acaba "Hızır",hala dolaşıyor mudur?

10 Mayıs 2009 Pazar

Atatürk hakkında bilinmeyenler...


Hiç şaşırmadım.
Gücüne ve zekasına hayran olduğum,Mustafa Kemal Atatürk hakkında öğrendiğim her yeni şey,ona olan saygımı her geçen gün daha da artırıyor.

Lütfen okuyun...
http://annemoda.blogspot.com/2009/03/ataturkun-cumhuriyet-koyu.html

8 Mayıs 2009 Cuma

Atatürk hakkında bilinmeyenler...

Atatürk'un gördüğü rüyalar


Annesinin Ölümünü Rüyasında GörmesiAtatürk bir sabah yatağından endişe içinde kalktı.Bir rüya görmüştü ve bu rüya canını çok sıkmıştı.Atatürk bu rüyayı şöyle nakletmiştir.” Arazide dolaşıyoruz. Her taraf yemyeşil, çayır çimen. Birden bire bir sel geliyor, annemi alıp götürüyor.” Bu rüyanın akabinde acı haber, kısa bir süre sonra yaveri Salih'in yolladığı şifreli telgraf ile gelir. Atatürk telgrafın şifreli olduğunu görünce hemen " Annem öldü değil mi " der.”



......................................................................................
Salih Bozok'un İntihar Edeceğini Rüyasında GörmesiSalih Bozok Atatürk'ün yaverliğini yapmıştı. Atatürk sağlığında onunla ilgili gördüğü rüyasını Salih Bozok'a anlatmıştı: "Büyük bir otelin salonunda oturuyormuşuz. Yanımda sende varmışsın. Salonun bir köşesinde bilardo masası varmış. Masanın başında, arkası bize dönük olan bir zat oturuyor. Tam bu sırada odanın kapısı açıldı ve iri yarı 30 kadar adam içeri girdiler. Bunlardan biri eline bilardo masasından bir ıstaka alarak masanın önünde oturan benim teşhis edemediğim zatın omzuna bütün kuvvetiyle indirmeye başladı. Omzuna vurulan zat ayağa kalkarak, kendini müdafaa etmekte ve "Bana niye vuruyorsun" diye hiddetle haykırmaktayken, Salih bana göz ucu ile ne yapmak lazım gibisinden baktın. Ben sana sakın kıpırdama manasına gelen bir işaretle sükunete davet ettim. Bu sırada eli ıstakalı adam, bize doğru yaklaşarak karşımızda tehditkar bir vaziyet aldı. Bu sefer Salih sen yine müdahale etmek istedin. Ben sana sus işareti verdikten sonra, o azılı adama dönerek "Sen kimsin ne istiyorsun" diye sordum. Adam bu suale cevap vereceği yerde, cebinden bir tabanca çıkartarak iki kurşun sıktı. Biri bana, öteki sana. Sonra adam bize "Kalkın dans edelim" emrini verdi. İkimizde kalkıp onun huzurunda dans ettik." Bilindiği gibi Atatürk'ün ölümünden sonra Salih Bozok tabancasıyla intihar etmiş ancak kurtarılmıştır.


.......................................................................................
Atatürk'ün Gördüğü Son Rüya26 Eylül 1938 tarihinde Atatürk, rahatsızlığı ile ilgili olarak ilk defa hafif bir koma atlatmıştı. Prof. Afet İnan, olayı şöyle anlatıyor: O geceyi rahatsız geçirdi. İlk komayı o zaman atlatmıştı. Ertesi sabahki açıklamasında : "Demek ölüm böyle olacak" diyerek uzun bir rüya gördüğünü anlattı. Salih'e söyle, ikimiz de kuyuya düştük, fakat o kurtuldu" dedi. Atatürk'ün burada "kuyuya düşme" sembolü ile gördüğü rüya vizyonu, kendisinin de söylediği gibi ölümünün habercisiydi. Salih Bozok'un kuyudan kurtulması ise, Atatürk'ün vefat ettiği gün, buna çok üzülen Salih Bozok'un intihar etmesi sonucu kurtarılmasını simgeliyordu... Bu Atatürk'ün gerçekleşen son rüyasıydı...

TÜM ANNELERE.....



ÇOCUKLARIMIN BUNU SÖYLEMESİ EN BÜYÜK HEDİYE BANA....
ASLINDA TÜM ANNELERE DEĞİL Mİ?
ANNELER GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN!

7 Mayıs 2009 Perşembe

Geri sayım....



İYİ YAPMIŞ MI ?



AŞAĞIDAKİ YAZIYI BİR ORTAOKUL ÖĞRENCİSİ,
OKULUNUN DUVAR GAZETESİNE YAZMIŞ.

İNANILMAZ GUZEL VE FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI
Bu ülkede yaşayan her insanın bağımsızlığını
ve demokrasisini borçlu olduğu insan:
ATATÜRK...
-Gençliğinde kot pantolon giyememiş.
-Sevgilisinin elinden tutup hasılat rekorları kıran
bir sinema filmine gidememiş...
-Padişah ona Trablusgarp Cephesi'nde görev verdiğinde,
lüks uçak şirketinin, first class koltuğunda
viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş...
-Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için
kortej eşliğinde Mercedes'lerle gezememiş Anadolu'yu...
-Kurtuluş hareketini başlatmak için
19 Mayıs'ta Samsun'a
ayak basan ayağında spor ayakkabısı ya da
kovboy çizmesi yokmuş...
-Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp
moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş...
-Tarih kitaplarına bakılırsa,
-Yunanlıları İzmir'den denize döktükten sonra
timsah yürüyüşü de yapmamışlar...
-Ülkesinde yapacağı devrimleri,
unutmamak için not alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi,
kendisine suikast girişiminde bulunacakları da
cep telefonundan öğrenememiş!
-Atatürk için üzülüyorum.
-Dağ gibi adam, bir radyo programına faks çekemeden,
-İsmet Paşa için Safiye Ayla'dan bir istek parçası
isteyemeden gitti ..
-Lozan Zaferi'nden sonra veya
-Cumhuriyet'in ilanından sonra
arabaya atlayıp sabahlara kadar korna çalıp,
elinde bayraklarla sokaklarda tur atamadı.
-Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı.
-Atatürk'e acıyorum...
-Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde
dünyaya gel,
sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini getir.Aaaah ah...
-Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip
rock yapmak,
babasının mersedesini alıp şöyle bir
-Emirgan turu çekmek dururken...
-Bunları yapmadı Atatürk...
Keyif çatmadı...
Tüm hayatını ülkesinin kurtuluşuna
ve uygarlaşmasına harcadı...

IŞTE ONUN IÇIN BÜYÜK ADAMDI ATATÜRK
HER FIRSAT ELINDE VARDI.O ISE SADECE BU MILLETIN BAĞIMSIZLIĞINI ISTEDI.
BÜTÜN SUÇU 2 KADEH RAKI IÇMEKTI
O KADAR.....

(Teşekkürler Heyemola)

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Güller hepimize yetti....

HIDIRELLEZ

Dünya hükümdarı Zulkarneyn(çift boynuzlu),bu hükümdarın iskender olduğu ile ilgili bir çok çalışma vardır,ölümden çok korkar. Bu korku ona ab-ı hayat suyunu bulma sevdasına düşürür.Alimlere sorar bu suyun nerde olabileceğini .Herkes bir isim yada yer söyler. Ama alimlerin ortak verdiği tek bir isim vardır.

Hızır peygamber. ..

Hem güvenilir hem de inançlıdır. Bu suyu sadece onun bulacağını sultana inandırırlar. HZ. Hızır bu teklifi kabul eder, yardımcı olarak da yanına kardeşi, yine peygamber olan Hz. İlyas’ı görevlendirirler.Atları ve azıklarıyla yola koyulan bu iki mübarek insan, dağları ,denizleri aşar, Kaf dağını geçer ve 6 ay gece 6 ay gündüz yaşanan bir yere gelirler. Karanlıklar (zulumat) ülkesi olarak bilinen bir yerde konaklarlar.atlarını dinlendiirir bir pınar gözünde azıklarını yerler. O sırada yanlarınde getirdikleri kurutulmuş bir balığı suya düşürürler.

Balık birden canlanıp kaçıp gidince iki kardeş ab_I hayatı bulduklarını anlarlar. Hemen bu sudan içerler. İçince Hak Teala tarafından ölümsüz olurlar. İşte onların ölümsüzlüğe karıştığı bu günde Allah bu iki peygamberi yeryüzüne gönderip insanlara yardım etmesi için görevlendirmiştir.

6 mayısta her yıl yeniden doğuş,tazelenme, ölümsüzlük ,bereket anlamarıyla bu gün kutlanır. Halkımız arasında bilinen onlarca ritiüel vardır. 6 mayıstan bir gün önce gecesi gül fidanının altına istekler konup dua edilir. cüzdan koyanlar,bebek çizenler, ev yapanlar... Hızır’ın gülü çok sevdiği ve gül fidanlarını dolaştığı söylenir. O gün çalan kapılara mutlaka hızır mı geldi acaba diye bakılır. Eğer bir fakir,gariban yada çocuk gelmişse isteği hemen yerine getirilir.


Samsun bölgesinde de ilginç gelenekler vardır. 6 mayısta ev erkenden temizlenir. Öğlene doğru içi su dolu bir ibrik,leğen ve temiz havlu banyoya konur. bir odaya seccade serilir. Masa kuş sütü eksik donatılır. Herkes öğlen ezanına yakın evin kapısını ,penceresini açıp dışarı çıkar. Hızır aleyhisselam beklenir. Duası alınmak istenir.Siz de bilirsiniz ki hızır acil servisin anlamı burdan gelir.

Ne güzel bir gelenek değil mi?

Varsın gerçek olmasın...

Önemli olan insanların umutla geleceğe yönelik isteklerinin olması değil midir?

Hangimiz çocuklarımız için iyi bir gelecek istemeyiz ki?
Çocuklar ise,ya dersleri için,ya da gözlerine kestirdikleri sevgililer için dilek tutarlar.

Masum ve güzel bir gelenek...

Ve birlikte eğlenmenin güzelliğini hissettiriyor,bir bayram havasında kutlanıyor Hıdırellez...

Akşam çok yorgun olmama rağmen,çocuklarıma kalem kağıt alıp,dileklerini yazmalarını istedim.Biraz mırın kırın ettiler ama,oturup yazdılar.Kızım anneannesinin dileklerini de ayrı bir kağıda yazdı.Yeğenim geldi,ona da yazdırdık.Her bir dilek kağıdının uçlarına ip bağladım ve bahçeye çıktık.Güllerim hepsine de yetti.Annem ve ben,ağaç gibi olmuş,yarı sarmaşık gibi olan,pembe çiçeklerle donanmış bitkiye astık dileklerimizi.Ben kağıt para da asınca,çakılım alaya başladı.

-"Oh,ne ala!Hızır paraları alıp bir güzel eğlenmeye gitsin de gör bakalım!"

-"O Hızır ben olayım mı anne?"diyen sırığım...

-"Ağacın olayım."diyen yeğenime rağmen dileklerimizi astık.

İçeride televizyonda,katliamın acı görüntüleri,ve sesleri olmasına rağmen,hala güzelliklerin olduğunu ve umutlarını yitirmemelerinigöstermek istedim çocuklarıma...

Daha güzel gelenekler olduğunu...

Hatta sokakta ateş yakmalarını söyledim.mahalledeki bütün çocuklar toplandılar ve ateşin üstünden atladılar.Hava oldukça serin olmasına rağmen,onlar hem hareket halinde oldukları için ve ateşe yakın oldukları için üşümediler.

Bir önceki yazımda bahsettiğim gibi,anne nasıl yönlendirirse,çocuklar onu yapıyor.Ateş açmalarını değil yakıp oyun oynamalarını söyledim ve kendimde katıldım.

Ben bile atladım ateşin üstünden!O koca vücudumla....

-"Tülay Teyzeee!" ve "Anne dikkat","Teyze düşme" çığlıkları arasında birkaç kez atladım.

Sanki eskiden,ağaçtan ağaca atlayan ben değildim...Eyyy çocuklar,siz benim gençliğimi görecektiniz.(yaşlı muhabbetlerine başladım bile şimdiden,)

Resimler çekildi.Hem de her an belgelendi adeta...

Geçen arabalar korna çalarak katıldılar eğlenceye...

Daha sonra,hortumla sulanarak söndürüldü ve kalan köz toplanıp atıldı.Herkes evlerine dağıldı..

Tüm dileklerimizin gerçekleşmesi dileği ile....


....................................................................................................



Bu arada Biyo Yazılarına başlamış.Hem de Detoks maceralarıyla...

Toplumsal travma!

Katillerin gerekçesine bakar mısınız?
Sorgucuların,

- "Çocuk, kadın herkesi öldürmenizin nedeni neydi?" sorusuna ise katliam şüphelilerinden birisi şu karşılığı verdi:

- "Eğer biz çoluk-çocuk herkesi öldürmemiş olsaydık, ortaya çıkan kan davası nedeniyle ilerde bizden birilerini öldürürlerdi. O ailelerin tamamının köklerini kazıyıp bizden intikam alacak kimseyi bırakmamak için hepsini öldürmeye karar verdik. Köyün dışında olanları da yaşatmayacak ve köklerini kurutacaktık. Sağ kalanlar varsa onlar da bizim ailelerimizden intikam almaya çalışırlar. Bu böyle devam edip gider."

Fotoğraftaki köye bakın...

Hangi kültürel bir faaliyet bekleyebiliriz ki?Ya da nasıl bir mantık bekleyebiliriz ki?Çünkü zaten hayat belirtisi olmayan bir görüntü hakim...Allahtan,elektrik direkleri var da,televizyon seyredebiliyorlar...

Ne bir tarla var,ne bir orman....Bu insanları kötü düşüncelere sürükleyen ne varsa,adeta bir araya toplanmış gibi...Sadece hayvancılık yapan bir köy...Hayvanlar bile şaşkındır bu olay karşısında...Bu insanlar,sadece öldürmeyi görüp ,bu düşünceyi geliştiriyorlar...

Bu katliam için geçerli bir sebep olamaz elbette,nice huzur dolu köylerimiz var bu görüntüde,yokluklar içinde ama kendilerini oyalayan alışkanlıklar edinmiş köylerimiz.

Çocuklar okumalı,özellikle kız çocukları!

Tüm evlatları yetiştiren annelerimiz eğitilmeli...Eğer,kan davasının yanlış olduğu öğretilseydi bu kadınlarımıza,çocuklarını bu kinle büyutmezlerdi,dolayısı ile,bu kadar ağır bedeller ödenmezdi...

21.Yüzyılın en büyük ayıbı ,ne yazık ki bizim ülkemizde yaşandı...

Ve bunun sonu gelmeyecek....

İş makineleri,tam 47 kişinin mezarını kazmak için köye girmiş.Keşke yeni iş imkanları nedeniyle girselerdi...

Köyün ismi "BİLGE" olmuş ne yazar...Çocuklar o mezarların yakınında büyüdükçe,ileride aynısını yapabilecek kinle beslenmeyecek mi?Şu an şaşkınlar ve korku içindeler...Ama zaman geçtikçe intikam duygusu yerleşecek beyinlerine.Çünkü her olayda olduğu gibi,bir müddet sonra biz bunu hatırlamayacağız bile,oysa onlar,o olayı hep yüreklerinde hissedecekler.Çünkü,olayı duymadılar,YAŞADILAR!

Belleklerinden asla silinmeyecek...

Her birinin psikolojik tedavi görmesi gerekecek.Acaba devlet bu olanağı onlara sağlar mı?Hiç sanmıyorum.

Zavallı çocuklar!

Bakın bir tanesi nasıl anlatıyor olayı....

Ve olayın tamamını anlatan görüntüler...

Tamamen korku dolu simalar,ve çaresizliğin çığlıkları....

YAZIK!

Bu konuda,Kültür mantarı'nın müthiş bir saptaması var.Mutlaka okumalısınız.Çok güzel bir yazı,çook.

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Merdiven (fotoğrafın dili-14.çalışma)

Aman Allahım,Yine mi?

Her akşam,eve gitmek için merdivenin başına gelince bu sözcükler dökülür ağzımdan,nedense...
Şöyle bir yukarıya bakıyorum ve aslında 99 basamak olan merdiven(her basamak iki adımlık genişlikte,yani 198 adım atıyorum demek bu),uçsuz bucaksız gibi görünüyor gözüme...
İlk taşındığımız zamanlar,bir zulüm gibi görürdüm o merdivenleri,ve hatta pişman bile olmuştum taşındığım için...hala zulüm ya...
Ama sonra,"madem mecbursun,hayatını kolaylaştıracak çareler bulmalısın"mantığı ile kendime eğlence olarak görme çözümünü geliştirmeye başladım.
Her gün farklı kelimelerle çıkmaya başladım.
önceleri;
-"iş bulmam lazım,iş bulmam lazım,iş bulmam lazım......."99 kez...
-"evi temizlemem lazım,evi temizlemem lazım,evi temizlemem lazım..."99 kez...
-"ne yemek yapayım ne yemek yapayım,ne yemek yapayım"..99 kez..
Kendimi tesbih çekenlere benzetmeye başladım.."Bismillah,bismillah"...(aaaa,bu iyi fikir.Hemen deneyeyim,biraz sevap iyidir....)
...sonraları yemek isimleriyle çıkmaya başladım basamakları...
-"Kızartma,pilav,cacık.Çorba,makarna,köfte.Kahvaltı.." diye diye,yukarı çıkana kadar menü belli oluyordu...
Eğer ben o merdivenleri mecburen çıkacaksam,zamanımı kolaylaştıracak çözümler üretmem şart! Ama eğlenceli bir şekilde...
Daha sonra,her basamağı,bir yıl olarak düşünmeye başladım...Anılar üşüşmesi yaşasam da,hatıralarımı sıraya koyuyordum.50.basamaktan sonra çocuklarımın doğumuna geri dönüyorum(tabii ,ben merdivenden çıkarken gizli kamera varsa,youtube için en iyi malzemeyim demektir! Kimbilir ne şekil alıyordu yüzüm...)
Baktım ki anılar devreye girince,basamaklarda duraklamaya başladım,hemen yeni bir şey aramaya başladım.
Şimdilerde,sadece ertesi günü yapacaklarımı planlıyorum bu merdivende...Unutmamak için...

Hayatı bir merdiven olarak görürsek,uçsuz bucaksız basamaklarla doldurmamalıyız diye düşünüyorum.
Çünkü,ne çıkışları durdurabiliriz,ne de inişleri....
Düzgün ve sakin inmeye çalışırsak,akarsu gibi ineriz...Çıkarken de acele etmezsek,tökezlemeyiz.Basamakları bileceksin ki,çıkabilesin merdivenden.Yıpranmak istemiyorsak,basamakları yükseltmememiz lazım.
Aşağıdan bakıldığında,zor gelen merdivene çıktıktan sonra,geriye bakmak ödül gibidir...Eziyet arkada kalmıştır zira... (Tecrübe konuşuyor..)
İlk basamağa çıkabiliyorsa,son basamağa da gelebilmeli insan.Arada durursa,fotoğraftaki gibi,düşüncelere dalar.İnsem mi,çıksam mı ikileminde kalır...

İnsan her zorluğu yener...Yeter ki,karanlığa merdiven dayamasın...

Birden bu şiir geldi aklıma....

MERDİVEN
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...
Sular sarardı...
Yüzün perde perde solmakta
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı?
Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafidir ki rûha dolmakta
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...
Ahmet Haşim
................................................................
Fotoğrafın dili(14. çalışma)