31 Ağustos 2008 Pazar

Ramazan ayı ve okulların açılması...


Ramazan ayının,bu sene okulların açılmasına denk gelmesi ,beni biraz düşündürüyor...Çünkü biliyorum ki,birçok çocuk oruç uğruna fenalıklar geçiriyor...Bütün gün,özellikle bu yaz günlerine denk geldiği düşünülürse,AÇLIĞIN VE SUSUZLUĞUN GETİRECEĞİ SONUÇLAR ÜZÜCÜ OLABİLİYOR...Çok hareketli olan o çağ çocuğunun,kaybettiği suyu yerine koyamadığı için ve alması gereken proteini,yiyemediği için,baygınlık geçiren bir çok çocuğun haberlerini hepimiz duymuşuzdur...Aman Dikkat!

Ben çocuklarıma o dönemlerde,yarım gün tuttururdum.Çünkü çok istiyorlardı...Benimle beraber oruç tutmak onlara mecburmuş gibi gelirdi...Benim yarım gün oruç sistemim ikisininde hoşuna giderdi...O saatler gelince nasıl yediklerini gördüğümde,ne kadar doğru bir karar verdiğimi anlardım...Şimdi bile,oğlum, Liseye gitmesine rağmen,sadece cumartesi ve pazar günleri müsade ediyorum...Sağlık benim için daha önemli...Sadece ,hayatı doğru anlayıp doğru insan olmaları benim için önemli...Herşeyi bilsinler,zamanı gelince hepsini yerine getireceklerini biliyorum...


Ramazan ayı geldi diye,kıtlıktan çıkmışcasına stok yapanları da buradan kınıyorum...Çünkü,bu ay,irade ayıdır.İnsanın nefsini tutma ayıdır...Benim mutfağımın en yok zamanıdır bu ay...Kahvaltılık(peynir ve zeytin),çorba , salata ve meyve ile geçirdiğim bir aydır...Tutayım ya da tutmayayım,bu kural değişmez...Kabul edilir veya edilmez,ama benim doğrum budur...Bize anlatılanlar bunlar değil mi zaten?

Bakınız:
Ramazan ayı bazılarımızın zannettiği gibi 'yeme ayı' değil, 'yememe ayı'dır. Yani oruçlu olduğumuzda iftar ve sahurda aşırıya kaçmamız hiç doğru değildir. Akşam iftara oturduğumuzda (sahura kalkmışsak) 12 saat civarında aç kalmışız demektir. Sindirim sistemimiz istirahattedir. İşte biz iftarda yemeği birden ve aşırı şekilde mideye doldurursak salgılar fazlalaşır, tansiyon düşüklüğü olur. Hele bir de yemeği yedikten sonra uzanıp yatarsak tehlike artar. Vücuttaki kan, mide ve bağırsakların etrafında toplanır. Beyin ve kalbe kanın gitmesi engellenir. Kan birden vücuda dağıldığında ise kalp çarpıntılarına ve krize kadar varır. Bu sebeple kalbinden rahatsız olanlar yediklerine dikkat etmelidirler. Tavsiye edilen; yemeğin yavaş, iyi çiğnenerek ve sohbetle, muhabbetle yenmesidir. Osmanlı konaklarında iftarda önce çorba çıkar, misafirler orucunu bu şekilde açtıktan sonra akşam namazı eda edilirmiş. Yemek ise namazı müteakiben yenirmiş. Aslında sağlığa en uygun olanı da budur. Yine Ramazan'da bol sıvı almalıyız. Taze meyve suyu, ayran gibi içecekler de alınabilir Ramazan'da ağır yiyeceklerden kaçınmalı, meyve ve çiğ sebze tüketimine önem verilmelidir. Ramazan'ın sağlık ayı olduğunu unutmayalım.
Doç. Dr. Sefa Saygılı


ORUCU EN ERKEN HAKKARİLİLER EN GEÇ ÇANAKKALELİLER AÇACAK

Çanakkale'de 19.56, Hakkari'de ise 18.44'te yapılacak.


İlk gün Ankara'da 14 saat 51 dakika,

İstanbul'da 14 saat 54 dakika,

İzmir'de 14 saat 45 dakika,

Çanakkale'de de 14 saat 52 dakika,

Hakkari'de 14 saat 42 dakika oruç tutulacak.

Kadir gecesi, 26 Eylül Cuma günü kutlanacak. 29 Eylül Pazartesi günü son oruç tutulacak ve 30 Eylül Salı günü Ramazan Bayramı başlayacak.

Sağlıklı bir ay diliyorum...

29 Ağustos 2008 Cuma

30 Ağustos (Zafer Bayramı)


Altemur Kılıç'ın Yazısı duygularımı yansıttığı için sizinle paylaşıyorum:

Bugün 30 Ağustos 2008
– Türk Ordusunun çoğu Ağustos ayında, Malazgirt’ten başlayarak, büyük zaferlerinin tacı, 30 Ağustos zaferinin 86. Yıldönümü!
Ve Türk Ordusunda, Komuta değişikliğiyle yeni bir dönemin başlangıcı!
Bu zafer hususunda, çok söylenecek yazılacak şey var. Çoğu babamdan ve Gazi Büyük Taarruz son emrini verirken yamacında bulunan yaveri Muzaffer’den
–Muzaffer amcamdan” dinlediğim, menkıbeler var! Hamaset yapmamaya çalışıyorum ama bu zafer baştanbaşa, “hamaset”- ve kahramanlık menkıbeleriyle dolu!
Genç kuşaklara bunları hatırlatmak
– Türk Ordusunu aşağılamaya, milletinden ayırmaya çalışanların kafalarına vurmak lazım! 28 Ağustos’ta “devir teslimlerin” son halkası tamamlandı… Ve Ordu için de, memleket için de, yenı bir dönem başlıyor!
BÜYÜKANIT PAŞA Orgeneral İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığını Büyükanıt Paşadan devraldığı töreni izlerken duygulanmamak mümkün değildi… Elli yılı aşkın muvazzaf hizmetten sonra üniformayı çıkarmak bir asker için kolay değil.
Ben, 18 aylık askerlikten sonra Yedek Subay üniformam çıkarırken ağlamıştım… Sonra Askerlik Şubeme, yoklama için gittiğimde, “artık zahmet etmeyin ” dendiğinde de! Bir de meşakkatler, zaman zaman haksız iftiralara muhatap olmakla geçen yarım asırlık askerlik hayatından sonra Paşanın ne gibi duygular içinde olduğunu düşünün!
Büyükanıt Paşa, son konuşmasında benim beklediğim durum tespitini yaptı. Ben kendi hesabıma hakkım ne kadarsa, ona helal ettim. Umarım, o da bana hakkını helal eder! Geçen yıl GATA’da yatarken, beni telefonla aramasını unutmadım!
Ona ve eşine, asanlık, sağlık, çocuk ve torunlarıyla mutlu bir hayat temenni ediyorum. Büyükanıt Paşa Amerikan Generali McArthur’un emekli olurken söylediği sözlere atıf yaptı:” “Eski Asker ölmezler, sadece kaybolup giderler”
Ben, Paşanın, hafızalardan, gönüllerimizden, kaybolacağını sanmıyorum!
KONUŞMALAR Bence bu devir teslim törenlerinin, en dikkat çekici tarafı, yeni Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Işık Koşaner’in ve yeni Genelkurmay Başkanı Orgeneral Ilker Başbuğ’un, biri birlerini teyit eden, tamamlayan, tabir caizse, “iyi orkestra edilmiş” konuşmalarıydı… İki General, bu konuşmalarıyla olaylar ve tehlikeler hususundaki görüşlerin, yüksek fikri düzeyde, açık seçik, ifade ettiler!
Laiklik, Tarikatlar hususunda Emperyalizmin “post-modern” şekli , “küreselleşmenin“ ulus devleti ve bölünmez bütünlüğümüzü tehdit etmesi, Terör konusunda ve de, AB konusunda! Paşam doğrudan söylemeseler de, Ergenekon iddialarının TSK yıpratmak amaçlı olduğunu, imadan öte, ifade ettiler! Başbuğ’un bir Türk-Kürt çatışması tehlikesine karşı uyarısı çok yerinde oldu! Paşaların asıl muhatapları, törenlerde en ön sırada oturan Cumhurbaşkanı ve Başbakan idi… Paşaların, mesajlarını, acaba algıladılar mı?
Yakından baktım; yüzlerinde burukluk vardı! Benim de, bugün, 30 Ağustos zaferini kutlarken içimde bir burukluk var: Bu zafer bayramında içerde yatan Orgeneralleri, Hurşit Tolon ve. Şener Eruygur Paşayı diğer “askerleri” ve de suçları sabit olmayan kişileri düşündüğüm için! Onlara sevgilerimi gönderiyor, sabırlar diliyorum…
Ve tabii bütün geçmiş ve şimdiki şehitlerimizi, gazilerimizi de anıyorum!
Allah Türk Ordusunu başımızdan eksik etmesin. Hükümetler gelir, giderler fakat Türk Ordusu hep kalacaktır! ***


Duvardaki titreşim....



Eskilerden kalan bir anıdır bu görüntü.......

Bir çocukluk masalı gibi....

Hayatımın çoğunluğu,hep elektrikle aydınlanmıştır.Bir dönemi duvarda asılı duran bir lambayla hatırlıyorum.Çok kısa bir dönem olmalı ki zayıf bir hatıramda yer alır...Ama nedense,köy evlerini düşündüğümde ilk aklıma gelen de gaz lambaları olur...Sobanın yanında oturup,sobadan gelen ışıkla gaz lambasının aydınlatığı ortamlardaki sohbetleri hatırlıyorum anılarımda,ama zaman ve mekan yok ....Duvarlardaki titreyen ışığı,zaman zaman kabuslara dönüştürdüğüm zamanları nasıl detaylı hatırlayamıyorum,gerçekten bilmiyorum....Daha 49 yaşımda bu kadar unutkan olursam,ilerisini hiç düşünemiyorum! Yazık,yazık bana.....Halbuki birçok cin hikayelerini dinlemişimdir eminim ki...

Filmlerdeki gaz lambaları daha çok iz bırakmış bende...Özellikle "KÜÇÜK EV"dizisini seyredenler hatırlayacaktır...Ne güzel konular işlendi o ışık altında.."BONANZA" vardı...Biz de "ÇALIKUŞU" vardır,çok severim bu kitabın filme çekilmiş halini... .Ve her gösterildiğinde aynı çoşkuyla seyredebilirim...Çok ayrı bir tad var o lambanın loş ışığında....Belki de bu yüzden,"ALAADDİN'in LAMBASI" o sihri vermiştir bize...

Bir çok zenginin,geçmişlerini anlattıklarında,özellikle vurguladıkları anılarında,gaz lambaları hikayelerini ne çok dinlemişizdir.Tıpkı Vehbi Koç'un Anlattığı gibi:

"Evlerde elektrik yoktu, çeşitli gaz lâmbaları yakılırdı. Bunların 3, 5, 8, 14 numaralıları olurdu. Eğer varlıklı bir evse, sonradan çıkan, gaz yağı yakan lüks lâmbaları ile aydınlatılırdı. Ders çalışmak, kitap okumak, hesap yapmak için 8 numaralı lâmbayı yakardık. Misafir geldiği zaman da 14 numaralı lüks veya lâmba yanardı.."

........................................................................

Bu gaz lambasını kim yaktıysa teşekkürler.....

Öykü Atölyesi'nin,Fotoğrafın dili adlı çalışma için yazılmıştır...

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Bir Hikaye.............

KuTsAl Yastık!!!!

Yine aynı mahalleydi ,yine aynı arkadaşlar, ama farklı bir şey olacaktı ve onlar bunun farkında değillerdi.

Bir gün herkes toplanmıştı ,önce cips kola alınmıştı sonra Kaan’ın evine gidilmişti.Okey oynamaya karar vermişlerdi.Ama sorun şuydu:kimler oynayacak?.

Evet kaan oynayacaktı!

Çünkü ev sahibiydi.Hatta tehtid ediyordu.Kaan:

-“Eğer ben oynamasam evime almam.”Mecburen oynayacaktı.

Geriye üç kişi kalmıştı.Tunç (Fırat’ın adamı):

- “Buranın ağası benim lan bende oynayacağım” diyerek oyuna katıldı.

Fevzi;

- “Ben de oynayacağım” dedi.

Bunu duyan Gökay isyan etti:

-”Hayır sen oynamıyacaksın ben Fırat’la oynayacağım"

dedi.

Fevzinin sesi çıkmıyordu sanırım kapak olmuştu. Sonra oyuna başladılar.Bu arada Pınar:

-”Öfff dışarı çıkalım burada durmayalım”dedi.

Okey oynayanlardan Kaan:

-”Sen git o zaman” diyerek Pınar’ı kovmaktan beter etti.

Bunun altında kalmayan Pınar Kaanla tartışmaya başladı.

Bu arada Fırat’la Tunç’un canı sıkılmıştı ve ikisi dışarı çıkmışlardı.

(NOT:pınarla kaan hala tartışıyordu.)

Fırat:

- “Adamım nasıl gidiyor hayat” diye sohbeti açtı.

Tunç:

-"sorma adamım yha” diyerek sohbete katıldı.Sohbet uzadı da uzadı.gezmedikleri yer kalmamıştı ikilinin.

Tunç:

-”Adamım biraz oturalım” dedi.Fırat’ta ona katıldı.Ve bir parkta oturdular.Biraz sonra birden çalıların arkasında bi ışık gördü tunç.Hemen Fırat’a söyledi ve tırıs tırıs çalılara doğru yaklaştılar.Fırat birden çalının arkasındakine baktı ve karşısında bir sandık duruyordu.Tunç sandığı açtı ve içinden tahmin edilemez bir şey çıktı.Sandığın içinde bir yastık duruyordu.iki kişide şaşkınlık içindeydi.Arkadan armağan Fırat’a seslendi Fırat arkasına bakarken tunç eline yastığı aldı ve birden ortadan kayboldu. Armağan geldiğinde

-“Tunç senin yanında değil miydi Fırat” dedi.

Fırat gülerek sandığın önünü gösterdi ve

-“işte adamım burada” demesiyle şok olmuştu !

Çünkü Tunç yoktu.!

Olayın şokunu atlatamayan Fırat ancak yarım saat sonra olanları anlatabildi.ve armağan'la Fırat kaan'ın evine geri döndüler.Olayı anlattılar ama bu arada ,Kaan'la pınar, hala tartışıyordu.Armağan :

-"Yeter be !Burada Tunç'tan söz ediyoruz tartışmayı bırakın” diyerek, kavgaya bir son verdi.Sonra hep beraber Tunç’u aramak için yola koyuldular.İlk durakları içinde yastık olan sandığın yanına gittiler.Fevzi tam yastığı eline alacaktı ki Fırat ona engel oldu:

-"Fevzi napıyorsun sen ?Tunç'ta onu eline almıştı ve aniden kayboldu” dedi.Herkes düşünüyordu ,Tunç'u nasıl geri getirebiliriz diye.Birden pınar sandığı incelerken bi kitap gördü.Herkes kitabın etrafına toplandı ve Pınar Okumaya başladı.Kitapta şunlar yazıyordu:

"Bu yastığa dokunan herkes yastın içinde hapsolacaktır.Hapisolanları getirmenin sadece bir yolu var.Yastığın üstüne karabiber dökeceksiniz ve laneti geçecek o zaman yastığa dokunabileceksiniz.Dokunduğunuz zaman kendinizi bir Şatoda bulacaksınız.Ve 1 saat içinde hapisolan kişiyi bulmak zorundasınız aksi taktidirde sonsuza dek yastığın içinde kalacaksınız. Kitapta yazılan buydu ve arkadaşlar karabiber döktüler.Dokunduklarında Bir şatoya girmişlerdi.Önlerine ufak tefek bir çocuk çıktı :

-“Tunç'u mu arıyorsunuz” dedi .

Fırat:

-”Evet o nerde” diye sordu.Çocuk:

-"Şuradan sağa dönün düz gidin karşınıza iki tane kapı çıkacak.Onlardan doğru olanı bulmanız gerekir.Bulursanız karşınıza 2 tane kol çıkacak eğer doğru olanı bulursanız karşınıza 2 tane kuyu çıkacak. İşte Tunç o iki kuyunun birinde hapis oldu.”dedi.Bunu duyan mahalle hemen yola koyuldu .Fevzi saate bakmıştı.

- “Saat 11 benim eve gitmem lazım” dedi.

Herkes tip tip Fevzi'ye baktı ve kapıya doğru ilerlediler.Bir kapıda erkek wc diğer kapıda bayan wc yazıyordu.Herkes erkek wc yazan kapıya girdi(Tunç erkek olduğundan(!)) . Ne yazık ki Pınar kapının dışında diğerlerini beklemek zorunda kaldı.

-”Çabuk olun” dedi.

Neyse sonra Pınar hariç herkes karşısında 2 tane kol görmüştü.Bir kol mavi renkte diğeri ise kırmızı renkteydi.Hiç kimse anlamamıştı ve tahminler yürütmüştü.ilk olarak Kaan:

- “Bence bu matrıx kırmızıyı seçelim” dedi.Gökay da :

-”Tunç’un en sevdiği renk mavi maviyi seçelim dedi”.Fevzi de :

-“Yazı tura atalım yazı gelirse mavi tura gelirse kırmızıyı seçelim” dedi.Herkese mantıklı gelmişti.Ama bunun için bozuk para lazımdı. Ve kimsede yoktu. Gökay Fevzi’ye ateş püskürdü.

-"Fevzi bakkaldan gereksiz yere bonibon aldın “diye.

En sonunda Fırat yerde Osmanlı parası buldu, ve para havaya atıldı ,yazı gelmişti.Maviyi seçtiler ve doğruydu 2 tane kuyu.Bu arada pınar Kaanı arayarak:

-”Çabuk olun 10 dakikanız kaldı” dedi .

Herkes elini çabuk tuttu sağdaki kuyudan ses geliyordu ve bu TUNÇ'TUUU !!!!

Bir tane halat bulmuşlardı ve sarkıtıp Tunç'u kurtarmışlardı.Geri dönüp, Pınar'ı alarak şatodan ve tabi ki yastığın içinden çıktılar…



SON

.............................................................................................

Bu kahramanların isimleri gerçek hayatta,oğlum ve arkadaşlarının isimleri.....Oğlum Fırat,bir akşam gece saat 02.00 den sonra oturup bu hikayeyi yazmış.Yeni arkadaşlarıyla(henüz ikisi tatilden dönmedikleri için hikayede yer almadılar),öylesine güzel vakit geçiriyor ki,onun hayal dünyasını harekete geçirecek kadar hayatında önemli yer tutuyorlar.

Benim çok hoşuma gitti...Ne dersiniz?


















Eski okul arkadaşları ve sınıf öğretmenleriyle çekildiği resimler....

(kuru kafalı)

İki şanslı...






















Bahçenin keyfini onlar çıkarıyor.....

22 Ağustos 2008 Cuma

Gerçek bir sahne! Hayata Dair....









Ne değişti hayatımda?
-Oksijenim!
-Mekanım!
-Bir bahçem oldu!
-Üniversiteli oldum!

Ama ,geriye baktığımda,arkadaşlarımın geride değil de yanımda olduklarını gördüm.Hala değişmeyen ve değişmeyeceğinden emin olduğum değerlerin kalıcı olduğunu görmek ,aldığım oksijeni daha bir kıymetli kılıyor....Nereye gidersem gideyim onlarla beraber olmak,bulunduğum mekanı daha kıymetli yapıyor....

Peki,neyi özlemeliyim?

Fırsatlarla dolu bir gün istiyorum!Elimi attığım her işin üstesinden gelebileceğim,sihirli bir gün!

Elimden bu kadarı geliyor.

kimseden çiçek beklemeden kendi bahçemi yarattım hep!

Böyle abuk subuk,duygusal,daldan dala atlayan düşüncelerle gelgitler yaşarken,internette gördüğüm bir yazı ,bu düşüncelerimle öylesine denk düştü ki anlatamam.....















Çin Bambu ağacının yetişmesi, olumlu ısrar için güzel bir örnektir.
Çinliler bu ağacı şöyle yetiştirir:

Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir.

Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz.Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışınafiliz vermez.

Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumusulanır ve gübrelenir.

Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez.

Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devamederler.

Ve nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır.
Akla gelen ilk soru şudur :

Çin bambu ağacı 27 metre boyuna altı hafta da mı Yoksa beş yılda mı ulaşmıştır?
Bu sorunun cevabı tabii ki beş yıldır.

Büyük bir sabırla ve ısrarla tohum beş yıl süresince sulanıp gübrelenmeseydiağacın büyümesinden hatta var olmasından söz edebilir miydik ?...
Bir başarının şartları her zaman çok basittir.
Bir süre için çalışın, Bir süre tahammül edin.Her zaman inanın Ve hiçbir zaman geri dönmeyin.

Yarından birşeyler beklemek.
Önce, evlendigimizde hayatin daha iyi olacagina inandiririz kendimizi.Evlendikten sonra, bir çocugumuz dogduktan, hatta ardindan bir tane dahaolduktan sonra hayatin daha iyi olacagina inandiririz.
Sonra, çocuklaryeterince büyük olmadiklari için kizar, onlar büyüyünce daha mutlu
olacagimiza inaniriz. Bundan sonra, ergenlik dönemlerinde çocuklarla
ugrasmamiz gerektigi için öfkeleniriz.Kendimize, çocuklarimiz bu dönemden çikinca daha mutlu olacagimizi,yasantimizin yeni bir araba alinca, güzel bir tatile çikinca, emekli

olunca dört dörtlük olacagini söyleriz.
Gerçek ise, mutlu olmak için su andan daha iyi bir zaman olmadigidir. Egersimdi degil ise ne zaman?.
Hayatiniz her zaman mücadelelerle doluolacaktir. En iyisi bunu kabul edip her ne olursa olsun mutlu olmaya kararvermektir.
En sevdigim sözlerden biri Alfred Souza'ye aittir.
Der ki:
"Uzun bir zamandan beri hayatın-gerçek hayatın-başlamak üzere olduguizlenimine kapilmistim. Fakat her zaman yolumun üzerinde bir engel,öncelikle erişilmesi gereken birsey, bitmemisşbir iş, hala hizmet edilecek zaman, ödenecek bir borç oldu. Sonra hayat baslayacaktı. Sonunda anladım ki, bu engeller benim hayatımdı."


Bu görüs açısı, mutluluga giden bir yol olmadigini görmemi sağladı.Mutluluk yoldur, öyleyse sahip oldugunuz her anın kıymetini bilin ve mutluluğu özel biriyle paylastığınız (vaktinizi beraber harcayacak kadar özel) için ona daha fazla değer verin. Unutmayın, zaman hiç kimse için beklemez.
Öyleyse okulu bitirene kadar, tekrar okula gidene kadar, 10 kilokaybettiginizde veya kazanana kadar, çocuklariniz olana kadar,çocuklariniz evden ayrilana kadar, ise baslayana kadar, emekli olanakadar, evlenene kadar, bosanana kadar, cuma gecesine kadar, pazar sabahinakadar, yeni bir araba veya ev alana kadar, arabanızın veya evinizin borcu ödenene kadar, ilkbahara kadar, yaza kadar, sonbahara kadar, kısa kadar,ayın birine veya onbeşine kadar, şarkınız söylenene kadar, içki içinceyekadar, ayilana kadar, ölene kadar MUTLU olmak için içinde bulundugunuzandan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için beklemekten vazgeçin.MUTLULUK yarış değil, bir yolculuktur.

Yaşam icin oneriler

- Kepekli prinçten çok ye.
- İnsanlara beklediklerinden daha çok şey ver ve bunu zevk alarak yap.
- En sevdigin şiiri ezberle.
- Dinlediğin herşeye inanma, sahip oldugun herşeyi harcama ve istediğin kadar uyuma.
- "Seni seviyorum" dediğinde, cidden söyle.
- Üzgünüm dediğinde, o kisinin gözlerinin içine bak
- Evlenmeden önce en az 6 ay nişanlı kal.
- İlk bakışta aşka inan.
- Baskalarının düşleriyle asla alay etme.
- Tutkuyla ve derinden sev. Sonradan yara alabilirsin belki,ama hayatı komple yaşamanın tek yolu budur.
- Anlasmazlık durumlarında, dürüst ol.
- Kimseyi kırma, hakaret etme.
- İnsanları akrabalarina göre yargılama.
-Yavaş konuş, ama hızlı düşün.
- Biri sana, yanit vermek istemedigin bir soru yöneltirse,gülümse ve en büyük aşkın ve en büyük basarıların daha büyük riskleri oldugunu hatirla.
- Anneni ara.
- Biri hapşırığında, "çok yaşa" de
- Kaybettiğinde, ders al
- 3 "S"yi unutma: Kendine Saygi; baskalarina Saygi; herseyde Sorumluluk.
- Küçük bir anlasmazligin büyük bir arkadasligi bozmasina izin verme
- Hata yaptigini farkettiginde, onu hemen düzelt.
- Telefona cevap verirken gülümse. Seni arayan kisi bunun sesinden anlayacaktir.
- Konusmaktan, sohpetten hoslanan bir kadin/erkekle evlen. Yaslandiginizda, konusma yeteneginiz herseyden daha önemli olacak.
- Biraz yalnız kal.
- Degişikliklere kucak aç, ama degerlerini yitirme.
- Suskunluğun, bazan, en iyi yanıt olduğunu unutma.
- Daha çok kitap oku, daha az televizyon seyret.
- İyi ve saygin bir hayat sür. İlerde, yaslandiginda ve geçmisi hatirladiginda, birkez daha nasil zevk aldigini göreceksin.
- Allah'a güven ama arabani kilitle.
- Evde sevgi dolu bir atmosfer önemlidir. Huzurlu ve uyumlu bir ortam yaratmak için elinden geleni yap.
- Sevdiklerinle anlasmazliga düstügünde, o anki duruma önem ver.-
-Geçmiste çok yasama.
- Satirlar arasini oku.
- Bildiklerini paylaş. Ölümsüzlüğü elde etmenin bir yoludur.
- Gezegenimize karşı nazik ol.
- Dua et. Duada, ölçülemeyecek bir güç saklıdır.
- Sana sevgi gösterisinde bulunan birini engelleme.
- Başkalarının isine burnunu sokma.
- Onu öperken gözlerini kapatmayan bir kadın/erkege güvenme.
- Yılda birkez hiç gitmedigin bir yere git.
- Çok para kazaniyorsan eger, hayattayken, baskalarina yardim et. Bu, sansin sana verebilecegin en büyük tatmindir.
- Unutma, istediklerini elde edememek, bazen büyük bir sanstir.
- Bütün kurallari ögren, sonra bazilarina uyma.
- İki insan arasindaki askin birbirine duyduklari gereksinimden daha büyük oldugu iliskinin en iyi iliski oldugunu unutma.
- Basarini, onu elde etmek için vazgeçmek zorunda kaldigin seylere baglantili olarak degerlendir.
Ögrendim ki...
Öğrendim ki,Kimseyi ,sizi sevmeye zorlayamazsınız.Kendinizi sevilecek insan yapabilirsiniz.Gerisini karşı tarafa bırakırsınız.
Öğrendim ki,Güveni geliştirmek yıllar alıyor.Yıkmak bir dakika..
Öğrendim ki,Hayatında nelere sahip olduğun değil,kiminle olduğun önemli.
Öğrendim ki,Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanmak mümkün.Ama sonrası içinbirşeyler bilmek gerek.
Öğrendim ki,Kendini en iyilerle kıyaslamak değil,Kendi en iyinle kıyaslamak sonuçgetirir.
Öğrendim ki,İnsanların başına ne geldiği değil,o durumda ne yaptıkları önemli.
Öğrendim ki,Olmak istediğim insan olabilmem çok vakit alıyor.
Öğrendim ki,Karşılık vermek,düşünmekten çok daha basit.
Öğrendim ki,Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek.Hangisi son görüşme olacakbilemiyorsun.
Öğrendim ki,Sen tepkilerini kontrol edemezsen,tepkilerin hayatını kontrol eder.
Öğrendim ki,Kahraman dediğimiz insanlar birşey yapılması gerektiğinde,yapılmasıgerekeni şartlar ne olursa olsun yapanlardır.
Öğrendim ki,Bazı insanlar sizi çok seviyor ama bunu nasıl göstereceğini bilemiyor.
Öğrendim ki,Ne kadar ilgi ve ihtimam göstersenizde, bazıları hiç karşılıkvermiyor.
Öğrendim ki,Para ucuz başarıdır.
Öğrendim ki,Düştüğün anda seni tekmeleyeceğini düşündüklerinden bazıları kaldırmak için elini uzatır.
Öğrendim ki,Her şartta kendisiyle dürüst kalanlar,daha uzun yol yürüyor..

Hayata yön verebilmek.
Hayatı yaşadığını hissedebilmek.
Bir de nehrin kenarındaki bankta yerini alıp gözünü ayırmadan onu izlemek.
Önceleri yapamadıklarımın, gidemediklerimin, bırakamadıklarımın sebeplerini uzaklarda arardım. “izin vermedi”, “ayıp olur”, “üzülür”… Böyle yaşarken her şeye bir bahane bulmak çok kolay. Bahaneler yönetmeye başlar hayatı.
Zamanla bahaneler gerçeklerin yerini alır. Yaratıcılık sınır tanımaz olur ama ne fayda. Hayat akıp gider. Siz kendinizi nehrin kenarında oturur bulursunuz. Ta ki dibe vurana dek.Dibe vurmak. Bir insanın ömrü boyunca başına gelebilecek nadide duygu. Her insan bu kadar şanslı değildir. Seyreder durur nehri. Kendi gerçekliğini yitirip gölgeleşmiştir. Nehir, akıp giderken bir gün bir el tam tepesinden bastırmaya başlar. Sonra el kulakları tıkar. Bir tek kelime, minicik bir görüntü, hiç tadılmamış başarısızlık duygusu bir tokat gibi şaklar.
Dibe vurdun!
Orada ne kadar kalacağın sana bağlı. Tıpkı nehri seyrettiğin gibi düştüğün o dipsiz kuyudan hiçbir zaman çıkamayabilirsin. Hayatta her şey tercihlerden ibaret. Hep başarmak ya da başarı sanrısıyla yaşamak, hep dipte saklanmak ya da tırnaklarınla çıktığın kuyunun sonunda gördüğün o gün doğuşunun tadına varmak.

Gün doğuşunu uzun süre sonra seyredebilenler bilir onun mucizelerini.
Her gün güneş farklı yerden doğar farklı yerden batar. Nehri seyredenler bilmez bunu. Onlar görmez, duymaz, koklamaz.
Bakar dururlar.Oysa kuyudan çıkanlar tırnaklarının tatlı acısını unutmamıştır daha. Artık nehri karşıya yüzebilirler.

Boğulduklarında bilirler ki bu yalnız onların suçudur. İşte tam da bu yüzden boğulmamak için kendi rotalarını gözlemleri, birikimleri doğrultusunda kendileri çizerler. Gölgeleşmek bahanelerin ardında, en büyük korkularıdır. Hayatın her bir zerresinden tad almayı, pay çıkartmayı bilenler boğulmaz, ışık verirler.
Gölgeleştim!
Başarı sandığım başarısızlıklarım tokat gibi şakladığında kendimi en dipte buldum.
Ağladım!
Şikayet ettim!
Daha da kısa bir gölge oldum. Tırnaklarımı duvara yerleştirip tırmanmaya başladım.
Canım acıdı.
Ağladım.
Geri dönmek saklanmak istedim.
Direndim.

Tırmandım.
Güneş o kadar güzel doğuyor ki…






Sanki içimdekilerin yansıması gibi.....

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Ders Alınası Yaşanmışlıklar!


Vazgeçemediğim,zevkle takip ettiğim bir blog...

Bu yazısı çok ama çok hoşuma gitti,bu nedenle aşırdım...
Paylaşıyorum;
BEN BEŞ YAŞINDA İDİMBABAANNEM RAHMETLİ, PİRİNÇ AYIKLIYORDU.

BİR TANE YERE DÜŞTÜ.BABAANNEMEĞİLDİ, ARAMAYA BAŞLADI. SAĞA BAKIYOR, SOLA BAKIYOR, BULMAYAÇALIŞIYOR.ÇOCUKLUK İSTE,

-'AMAN BABAANNE DEDİM. BİR PİRİNÇ TANESİ İÇİN BU KADARCABAHARCAMAYA, YORULMAYA DEĞER Mİ?'

RAHMETLİ İLK DEFA SERTLEŞTİ BANAKARŞI,ÖFKEYLE DOĞRULDU.

-'SEN OTURDUĞUN YERDEN AHKÂM KESİYORSUN, ' DEDİ.'HİÇPİRİNÇ ÜRETİLİRKEN GÖRDÜN MÜ? İNSANLAR NE KADAR ZORLUK ÇEKİYORLAR. BİRPİRİNÇ TANESİNDE KAÇ İNSANİN GÖZ NURU, ALIN TERİ, EMEĞİ, ÇİLESİ VARBİLİYOR MUSUN?' UTANCIMDAN KIPKIRMIZI OLMUŞTUM.

*ARADAN YILLAR GEÇTİ. HUKUK FAKÜLTESİNDE ÖĞRENCİYİM. ALAİN'İNPROPOSLARİNİOKUYORUM.
BİRDEN İRKİLDİM.
BABAANNEMİ HATIRLADIM.
ALAİN,
"BİR İNSANYERDEBİR İĞNE GÖRÜP DE EĞİLİP ALMAZSA, BÜTÜN UYGARLIĞA KARŞI İHANET ETMİŞOLUR "DİYORDU.
İLAVE EDİYORDU.

" BİR İĞNENİN ÜRETİMİNDE BİNLERCE İNSANİN! ALINTERİ,GÖZ NURU, EL EMEĞİ VARDIR DİYORDU".

*ON DOKUZ YIL EVVELDİ.** STOCKHOLM'E GİTMİŞTİM. BİR OTELE İNDİM.GECEYDİ.SABAHLEYİN, TRAŞ OLMAK İÇİN LAVABOYA GİTTİĞİMDE, AYNANIN YANINDA İLGİNÇBİRNOT GÖRDÜM.

"LÜTFEN" DİYORDU, "TRAŞTAN SONRA JİLETİNİZİ ÇÖPE ATMAYIN.YANDABİR KUTU VAR, ORAYA BIRAKIN. BİR TEK JİLETLE DAHİ OLSA, İSVEÇ ÇELİKSANAYİSİNE YARDIMCI OLUN".

DOĞRUSU HAYRETLER İÇİNDE KALDIM.ÇOCUKLUĞUMDANBERİ ÇELİK EŞYADENİNCE AKLA İSVEÇ ÇELİĞİ GELİR. BİRÇOK EŞYA ÜZERİNDE' İSVEÇ ÇELİĞİNDEN YAPILMIŞTIR' DİYE YAZARDI. İSTE O ÜLKE, KULLANILMIŞ BİR TEK UFACIKJİLETİNBİLE ÇÖPE GİTMESİNİ İSTEMİYOR, ONA SAHİP ÇIKIYOR,GELEN TURİSTLERERİCAYOLLU UYARIDA BULUNUYORDU. *

*İSVİÇRE'DE ZAMAN ZAMAN, BELLİ PERİYOTLARDA, RADYOLAR, TELEVİZYONLAR,BİRHABERİ DUYURUR. ŞU TARİHTE, SU SAATTE, ADAMLARIMIZ GELECEK. SİZLÜTFENHAZIRLIĞINIZI YAPIN.*

* OKUMADIĞINIZ, İLGİ! LENMEDİĞİNİZ, KULLANMADIĞINIZ NE KADAR KİTAP,DERGİ, GAZETE VARSA, KÂĞIT, AMBALAJ,KUTU VARSA, VELEV Kİ,BİRİLAÇ PROSPEKTÜSÜ DAHİ OLSA, KAPININ ÖNÜNE KOYUN. İSVİÇRE'NİNKALKINMASINAYARDIMCI OLUN. FAZLA AĞAÇ ZİYANINA ENGEL OLUN. *

*JAPONLAR SON DERECE SADE, BASİT, YALIN MÜTEVAZI YASAYAN İNSANLARDIR.EVLERİNİ MOBİLYA İLE EŞYA İLE DOLDURANLAR JAPONLARA GÖRE RUHEN TEKÂMÜLEDEMEMİŞ, HAYATIN MANASINI ANLAYAMAMIŞ, ZAVALLI KİMSELERDİR. BÖYLELERİİLE,
"ZAVALLI, EVİNİ MEZAT SALONUNA ÇEVİRMİŞ" DİYE EĞLENİRLER.

BİR İNSANİNGÖSTERİŞ İÇİN EŞYANIN ESİRİ OLMASI NE KADAR ACIDIR.

VAKTİYLE JAPONEKONOMİSİBİR DARBOĞAZDAN GEÇİYOR. İÇ BORÇLAR, DIŞ BORÇLAR GIRTLAĞI AŞIYOR.ZAMANINBAŞBAKANI MECLİSİ TOPLAR. KÜRSÜYE ÇIKAR. DURUMU OLANCA AÇIKLIĞI VETEHLİKELERİ İLE ANLATIR VE SU ANDAN İTİBAREN DER,
" TANRI ŞAHİDİM OLSUNKİ,JAPONLARIN İÇ VE DIŞ BORÇLARI SON KURUŞUNA KADAR ÖDENMEDEN,P! İRİNÇTENBAŞKA BİR ŞEY YEMEYECEĞİM. SU ÜSTÜMDEKİ ELBİSEDEN BAŞKA ELBİSEGİYMEYECEĞİM."
DEDİKLERİNİ YAPAR, EN ÜSTTEN EN ALTA BİR İSRAFTAN KAÇINMA KAMPANYASI AÇILIR. JAPONYA BÜTÜN BORÇLARINI ÖDER. BU DURUMUN TOPLUMUN BÜTÜN KESİMLERİNİ, TEK İSTİSNA OLMADAN KAPSADIĞINI SÖYLEMEYE GEREK YOK.GEÇENLERDE JAPON İMPARATORUNUN SARAYINIGÖRDÜM. YARABBİM!
NE KADAR SADE, NE KADAR MÜTEVAZI, NE KADARGÖSTERİŞTENUZAK...

*GEREKMEDİĞİ HALDE ELEKTRİĞİ YAKMAKLA, SUYU KAPAMADAN BOS YEREAKITMAKTA,GECE ÇAMURLU AYAKKABILARIMIZI TEMİZLEMEDEN YATMAKLA, YEMEK YEDİĞİMİZKAPLARI YIKAMADAN BIRAKMAKLA BİZ DE ZALİMLER SINIFINA GEÇMİYOR MUYUZ?
*HAYAT ÇOK İNCE, AKİL ALMAZ İNCELİKTE İPLİKLERLE ÖRÜLMÜŞTÜR. HER ŞEYOKADAR BİRBİRİNE BAĞLIDIR Kİ, İLKOKUL OKUMA KİTABIMIZDAKİ BİR SÖZÜ HİÇUNUTMADIM.
BİR MIH BİR NALI KURTARIR. BİR NAL BİR ATI,BİR AT BİR KOMUTANI, BİRKOMUTANBİR ORDUYU,BİR ORDU BİR ÜLKEYİ K! URTARIR DİYORDU..MADDİ DURUMUMUZ NE OLURSA OLSUN, İSTER ZENGİN OLALIM, İSTER FAKİR,HEPİMİZÇOK DİKKATLİ OLMAK ZORUNDAYIZ.
BUNDA PARAYI DA, MADDİYATI DA AŞAN BÜYÜK BİR EDEP VE İNCELİK VARDIR.

Evlere iş veriliyormuş.....


İnternette dolaşırken,bulduğum bir yazı,eminim evde iş yapmak isteyen,benim gibi,evde oturan hanımların ilgisini çekecektir...
10-15 kişilik gruplarla başlayıp,nasıl genişleyerek bir ağ oluşturduğunuza şaşıracaksınız...
...............................................
Nerede ne yapılıyor
Ev eksenli işler bir çok şehirde yapılıyor ama fabrika ve sanayi bölgelerinin çokluğu nedeniyle, İstanbul bu açıdan tam bir cennet. Semtin civarında hangi sektör ağır basıyorsa, evlerde yapılan işler de o sektöre yakın oluyor
Vefa'dan Eminönü'ne inen Küçükpazar yokuşlarında kıyafetlere iliştirilen markalar hazırlanıyor. Üst taraftaki sokaklarda da kemer ve oyuncak parçaları birleştiriliyor.

Eyüp'te Nazperver Sokağında Kurdele bağlanırken,
Babahaydar'da Eşarp dikiliyor.
Atmaca Sokak Ruj kapağı üzerine uzmanlaşmış.
Kanatlı'da ayakkabı boyası kutularının parçaları birleştirilirken,
Nişanca bölgesinde ise ayakkabıların elle dikilmesi gereken bölümleri hazırlanıyor.
Açıkel santranç takımı hazırlıyor.
Defterdar marka basıyor.
Esenler'de kağıt alışveriş çantaları katlanıyor, mandal monte ediliyor, kalem içi dolduruluyor, tekstil eşyalarının iplikleri temizleniyor.
Bağcılar Kirazlı bölgesinde kot pantolonların ve tişörtlerin üretimden kalan iplikleri temizleniyor, kalemlerin iç bölümü dolduruluyor.
Sancaktepe'de kazakların fazla iplikleri temizleniyor.
Zeytinburnu Merkezefendi Cami civarında mandallar monte edilirken, biraz daha iç bölümlerinde kağıt alışveriş çantaları katlanıyor.
Unkapanı kalem içi dolduruluyor, örme kemerler hazırlanıyor.
Esenler'de tekstil ürünlerinin ipleri temizleniyor.
Boncuk işleme İstanbul'un her yanına dağılmış durumda.
Balat'ta kapısının önünde gelinlik üzerine boncuk işleyenden tutun,
Mevlana Kapı'da televizyon programlarında kullanılacak kıyafetleri işleyene kadar geniş bir yelpaze var boncuk piyasasında.
................................................................
Bir de burayı okuyun.Pek incelemedim,ama ilgisini çekenler olabilir...
................................................................................................

18 Ağustos 2008 Pazartesi

Atatürk'ün Bilinmeyen yönleri..






Atatürk'ün Kişiliğinin İlginç Yönleri




1. ATATÜRK ASKERİ BÎR DEHA İDİ

Atatürk, Filistin, Trablus garp, Bin gazi, Muş, Suriye cephelerinde, daha sonra Ana fartalar, Arı burnu, Sakarya ve Dumlupınar savaşlarında, daima başarılı ve çarpıcı komutanlıklar sergiledi. Daha genç bir subay iken, kendi ülkesinde ve Avrupa'da katıldığı çeşitli manevralarda gösterdiği ustalıklar ve uyguladığı taktikler, verdiği emirler ve harp sahalarında kazandığı zaferlerle Atatürk, ne kadar başarılı bir komutan olduğunu tarih sayfalarına altın harflerle yazdırmıştır. Şu altı küçük anekdot bu askeri dehanın emarelerini bütün çıplaklığı ile yansıtmaktadır:

1.1. "Az olur!" (Falih Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s.89)

Aşağıdaki anekdot, Atatürk'ün ağzından kaleme alınmıştır:


Karargâhı ( Eceabat İlçesi ) Yalova'da bulunan Ordu Komutanı Liman Von Sanders Paşa telefonla beni aradı. Konuşmamıza aracılık eden Kurmay Başkanı Kâzım Bey idi. Sorduğu şu idi:




-"Durumu nasıl görüyorsunuz ve nasıl tedbir almayı düşünüyorsunuz? ".


Durumu nasıl gördüğümü ve nasıl tedbirler almak gerektiğini çoktan bütün ilgili olanlara belirtmiştim. Hepsi cevapsız kalmıştı, dedim ki;

- "Durumu nasıl gördüğümü çoktan size bildirmiştim. Şimdi alınabilecek tek bir tedbir kalmıştır!"


- O tedbir nedir?


- Bütün komuta ettiğiniz kuvvetleri emrime veriniz. Tedbir budur!Alaylı bir sesle,

- Çok gelmez mi?


- Az gelir ! dedim.

Telefon kapandı. 8/9 Ağustos gecesi saat 21:50'de bana Anafartalar Grubu Komutanlığına tayin edildiğimi bildirdiler. Gerçi böyle bir sorumluluğu almak basit bir şey değildir. Fakat, ben vatanım yok olduktan sonra yaşamamaya karar verdiğim için bu sorumluluğu yüklendim! Daha önce kararlaştırdığım saldırıyı kendim yöneterek düşmanın üstün kuvvetlerini gerilettim.


10 Ağustos sabahı tan yeri ağarırken düşman üzerine süngü ile atılmak için hazırladığım asker saflarının önüne geçerek kuvvetlerimi düşman üzerine attım. Düşman ortalık ağardıktan sonra Conkbayırı'nı denizden ve karadan büyük çapta toplarla dövmeye başladı. Bütün Conkbayırı dumanlar ve ateşler içinde kaldı. Herkes tevekkülle sonunu bekliyordu. Etrafımız şehitler ve yaralılarla doldu. Olan bitenleri seyrederken, bir şarapnel parçası göğsümün sağ tarafına çarptı. Cebimdeki saati paramparça etti. Etime giremedi. Yalnız deride bir kan lekesi bıraktı. Bu parçalanmış saati sonra bu günün hatırası olarak Liman Von Sanders Paşaya verdim. O da aile armalı saatini bana hediye etti.1.2

. "Zaferini tebrik ederim Paşam!" (F. Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s. 293)

.............................................................................................


Sakarya muharebelerinin sonlarına doğru idi. Erkân-ı harp zabiti cepheden alınan son malûmatı umutsuz bir ses tonu ile, kaburgaları kırık olduğu için yatakta yatan Başkumandan Müşir Gazi Mustafa Kemal'e okuyordu. Malûmat meyanında, cephe kumandanlarından biri Seyit Gazi veya Döğer'in şark veya şimalinde düşmanın taze kuvvetler aldığından ve yeni bir düşman fırkası görüldüğünden bahsediyordu.


Paşa kaşlarını çatarak

- " Hayır! Orada düşman fırkası olamaz ve yoktur! Yazınız, iyi baksınlar ! " dedi.

Başkomutan, raporu verenin, Yunan cephesinin bir kanadından diğer kanadına geçen kuvvetleri yeni kıtalar sanmış olduğunu anlamakta gecikmedi. Bu aktarma ancak bir çekilme hareketi olabilirdi. Erkân-ı harp zabiti dışarı çıktıktan sonra Başkomutan İsmet Paşaya dönerek ;

-" Zaferinizi tebrik ederim Paşam! Hemen karşı taarruz emri veriniz!" dedi.

Erkân-ı harp zabiti gittikten sonra orada iki saat daha kaldı. Öğle yemeği yenilirken zabit tekrar geldi.

-"Haber aldım, filhakika orada düşman fırkası yokmuş efendim!" dedi.

Cephedeki kumandan gözle görülen bir düşman fırkasından bahsederken, Gazi Paşa yattığı yerde, altı yüz kilometre uzaktan, orada düşman fırkası olmadığım görüyor ve ihtar ediyordu.1.3.

-Yerine Çavuş gönderirim !"(F. Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s. 293)
..................................................................................


Sakarya muharebeleri sırasında bir kibrit kıvılcımından atı ürkünce, Atatürk yere düşüp kaburgalarını kırmıştı. Başkomutan cephede, oradan oraya sedye ile dolaştırılıyordu. Savaşın kritik bir anında, yukarıdaki anekdotta adı geçen hemen karşı taarruz emri verildikten çok kısa bir süre sonra, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa ( Çakmak ) odasına geldi. Kolordu Komutanı Kemal ettin Sami Paşadan bahisle ;
- "Kendisini taarruza kaldıramıyoruz. Emri doğru bulmuyor. Sedye ile de olsa telefon başına kadar gidip konuşabilir misiniz ? "dedi. Sedye ile telefon başına giden Başkomutan, Kolordu komutanına hitaben ;

-" Taarruz olacaktır ! Sen olmazsan yerine bir çavuş gönderirim, gene taarruz ettiririz.! " dedi. Mustafa Kemal Paşanın biraz sertçe olan sesini tanıyınca Kemal ettin Paşa,

-" Ya... Böyle mi tensip buyurdunuz, emredersiniz ! " dedi.


Kolordu taarruza geçmiş ve sonuç alınmıştır.1.4.


-"Emrim kemiklerinin orada gömülmesidir!"(F. Rıfkı Atay, 'Çankaya1, 1968, s. 299)

..................................................................................


Sakarya savaşı sırasında bir defa, İsmet Paşayı telefonla arayan Yusuf İzzet Paşa (Tengirşek), lüzumu halinde, geri çekilmenin nereye kadar ve nasıl olacağı hususunda bilgi alamayınca, Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek istediğini söyler.

Telefonu Mustafa Kemal'e verirler ;


- "Beni aramışsınız, buyurun!"

- "Gizli emirlerinizi bildirmediniz. Yani, geri çekilme lâzım geldiği vakit istikametimiz ne olacaktır?"

Pek kızan Mustafa Kemal, daha savaşa girmeden kaçmayı düşünen bu komutana :

-"Paşa ,paşa! Gizli emrim senin kemiklerinin orada gömülmesidir!" der.

Başkomutan, o meşhur

-"Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı şehit kanı ile sulanmadıkça, o yer terk edilemez !" emrini Yusuf İzzet Paşa ile yaptığı bu telefon görüşmesinden sonra vermiştir.1.5.

.......................................................................

"Eğri bıçaklarla hücum etsinler!" (F. Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s. 299) Sakarya muharebeleri sırasında düşman hatlarımızda tehlikeli bir gedik açmış, genişletiyordu. Bu gedik hemen kapatılmalı, düşman süngü hücumu ile geri çevrilmeli idi. İhtiyat kuvvetlerinin hemen oraya gönderilmesini istedi. İhtiyat kuvvetimiz kalmadığı cevabını verdiler. Yalnız, Giresunlu Osman Ağanın çetesi vardı. Onların da süngüleri yoktu. Mustafa Kemal Paşa :"Süngüleri yoksa bellerinde bıçakları vardır, düşman üzerine atılacaklar, onu eski yerine kovacaklardır!" diye haykırdı! Bu kahraman çocuklar eğri bıçakları ile Yunanlıları eski yerlerine kadar sürmüşlerdir.1 .6. "O halde düşmanı 20 km içinde tepeleyin!"(F. Rıfkı Atay, 'Çankaya', 1968, s.308)

.................................................
Büyük Taarruz öncesi Afyon'un Çay ilçesinde Kolordu ve Ordu Komutanları toplanmış, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşanın ( Çakmak ) saldırı plânını dinliyorlardı. İsmet Paşa saldırı plânına karşı olduğunu beyan etti. Atatürk' ün Harp Okulu'ndan tabiye hocası, çok sevdiği, takdir ettiği ve kendisine "Hocam" diye hitap ettiği Yakup Şevki Paşa, milletin varını yoğunu zar gibi atmanın tarihçe cinayet sayılacağını söyledi. Mustafa Kemal:

- Milletin varı yoğu bundan mı ibarettir Hocam ?

- Evet!

O halde kesin sonucu bununla almak zorundayız!

Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşada bizim geri teşkilâtının düşmanı yirmi kilometreden fazla kovalayamayacağını söyleyince ;

- Bizim geri teşkilâtımız düşmanı yirmi kilometreden fazla kovalayamaz mı?

- Hayır Paşam !

- O halde düşmanı yirmi kilometre içinde tepelemek zorundayız!

İkinci Ordu Komutanı Nurettin Paşa ise, cepheye henüz yeni geldiğinden, bir fikri olmadığı cevabını verir. Bu arada, belki ikisi arasında bir tertip eseri olarak, Fevzi Paşa

" Madem ki, Ordunun bana güveni yok, ben çekiliyorum !." diye istifasını verir.

Mustafa Kemal de, Genel Kurmay Başkanı çekildiğine göre kendisinin de Baş Komutanlık görevinde kalamayacağını belirtir. Telaşa düşen İsmet Paşa şöyle der ;

- "Efendim bize fikrimizi sordunuz, söyledik. Yoksa, hepinizin emrinizdeyiz, ne yolda isterseniz öyle hareket ederiz ! "

Taarruz sürpriz bir şekilde kuzeyden değil, güneyden, dağlık bölge üzerinden yapılır ve sonuç kesin zaferdir.

16 Ağustos 2008 Cumartesi

Doğduğum yıl neler olmuş?

Ah bu BİYO yok mu?
Nerede ilginç bir şey var hemen bulur...

Benim çok ilgimi çekti ve merakla baktım..İNANAMADIM!
Hep merak ederdim,doğduğum yılda neler olmuş diye...Daha yeni,ekmek kaç paraydı acaba demiştim...
Teşekkürler biyom...

Buyrun cevaplar burada:


29 Ocak 1959
Bir Perşembe günü dünyaya geldin
Sen doğalı 603 ay geçti
Sen doğalı 2.585 hafta geçti
Sen doğalı 18.097 gün geçti
Sen doğalı 434.349 saat geçti
Sen doğalı 26.060.954 dakika geçti
Sen doğalı 1563657389 saniye geçti
marastime=1563657275;
maras();
Şu anda 49 yaşındasın
Bir sonraki doğum gününe 165 gün var
Bir sonraki yeni yıla 137 gün var
Hicri takvime göre doğum tarihin 20 Recep 1378
Tahmini ana rahmine düşme tarihin 24 Nisan 1958
Ortalama Türk erkeği ömrüne 17 yılın kaldı
Ortalama gelişmiş ülkelerdeki erkek ömrüne 23 yılın kaldı
Ortalama Türk kadını ömrüne 22 yılın kaldı
Ortalama gelişmiş ülkelerdeki kadın ömrüne 30 yılın kaldı
Allah uzun ömürler versin

Senin yaşına eşit bir ördek 14 yaşında
Senin yaşına eşit bir keçi 10 yaşında
Senin yaşına eşit bir kedi 25 yaşında
Senin yaşına eşit bir at 28 yaşında
Senin yaşına eşit bir balina 252 yaşında

Kova burcundansın

Burç taşın Lal Taşı

Burç Uyumlarıİkizler, Terazi burçlarıyla uyumun çok iyi.
Yay, Oğlak, Balık, Koç burçlarıyla uyumun iyi.
Yengeç, Başak, Kova burçlarıyla uyumun orta.
Boğa, Aslan, Akrep burçlarıyla uyumun kötü.

Burcuna göre çiçeğin Kardelen
Kardelen kıştan sonra ilk olarak açan çiçeklerden biridir ve ilkbaharın gelişini haber verir.
Mutlu kova, çimenleri parlak renkleri ile dolduran ve daha şubat ayında etrafa güzel kokular yayan bu çiçeği çok sever.
Kova burcunun ünlüleri;
Devamı....

Muhteşem değil mi?
Haydi siz de deneyin....

Üniversiteliyim artık!

Eskişehir Anadolu Üniversitesi
Halkla ilişkiler(Açıköğretim) bölümünü kazanmışım!
En doğrusu da buydu...
238 puanla daha iyi bir yere girebilirdim,ama devam edebileceğim bir okulu,hem ev,hem de çalışarak yürütemezdim...

Çok çalışmam lazım çooookk!

15 Ağustos 2008 Cuma

Akrobatlar....

Çok fena dışarıda kaldılar çoook!

Gazoz ve Ayran...

Diğer evde dışarıya adım atamıyorlardı,bu evde kapıyı açık bulup içeriye sızarlarsa şanslı sayıyorlar kendilerini...

Özellikle sabah erken,saat 6 gibi,mutfak kapısını açıyorum ki,ev serinlesin .O kadar sıcak oluyor ki anlatamam.Camları açık bırakıp yatamıyoruz...Dolayısı ile sabaha kadar(zaten saat 2 gibi yatılıyor buralarda),sıcaktan bunalıyoruz...



Sabah daha kapı açılır açılmaz,kapıya yapışıyor ikisi de...Ama arada tel kapı olduğu için,giremiyorlar...Tel kapıya tırmanıp giriş yeri ararlarken çok komik oluyorlar...Taaa kapının en üstüne kadar tırmanarak bağırıyorlar...Karınları acıkınca,can havliyle çıkan sesleri duymalısınız.
İlk geldiğimiz günlerde,bahçede yemek veriyordum onlara,ama diğer kediler,bahçeyi istila edince,çareyi içerde yedirip dışarı çıkarmakta buldum.Şimdi bahçe sadece ikisine ait...Başka kedileri kovalıyoruz.Yoksa başa çıkamam... Bahçede oturamayız,ve de yemek yiyemeyiz...



Ama şu bir gerçek ki,evde hayvan beslemek gerçekten zormuş...Bahçeli eve geçince çok rahat edince daha iyi anladım bunu...Tuvaletlerini dışarıya yapıyorlar...Ağaçtan ağaca atlayarak oynuyorlar,evde eşyalar harap oluyordu...Gazoz'da pire tasması var ,Ayran daha çok küçük olduğu için pire ilacıyla korunuyor.O yüzden ara ara alıp sevebiliyoruz ...Onlara adeta bayram oluyor eve girince,ya da bize bayram oluyor daha çok...
Bahçedeki resimlerini daha toparlayamadım....
En kısa zamanda onları da yayınlayacağım....

13 Ağustos 2008 Çarşamba

Felekten birgün.....

Bugün,üç kızkardeş,çocuklarımızı da alıp,çay bahçesinde kahvaltı yapmaya gittik.Yiyeceklerimizi kendimiz götürdük.Çayımızı da oradan aldık.Deniz kenarı öyle güzel bir fonla bize eşlik etti ki anlatamam....Duru bir deniz ve üstünde birkaç balıkçı teknesi...

Sadece biz yoktuk orada,kalabalık ailelerle doluydu çay bahçesi.....

Çocuklar,daha sonra eve döndüler...Kızım bizimle kaldı ve Kızkardeşler ordusu olarak dolaşmaya çıktık.Kızkardeşim;"sizi bir yere götüreceğim,bayılacaksınız" dedi.Biz de;"şöfeeerr sensin"dedik.."nereye götürürsen,geliriz"dedik...

İstenbul'da bir cennet köşeye götürdü bizi....

Kanlıca'da bir dinlence yeri....
Buyrun!

Hafta sonu dinlenmek için,ailece gidilip stres atılacak biryer...Biraz pahalı bir yer(bir soda=3,5 YTL gibi),ama kafanızı boşaltıp,stresinizi yok edip,evinize dönüyorsunuz..Gitmek isteyenler için,kart aldım ve hemen adresi yazıyorum...

........................................................

Green Times

Hacı Muhittin sokak.No:40 Kanlıca

Tel:0216 537 86 70-71

11 Ağustos 2008 Pazartesi

okul yolu...


30 yıl sonra!
Denemek için girdim....
Sınava girdiğimde,soruların aslında ne kadar kolay olduğunu gördüm ve çalışmadığıma çok pişman oldum...Halbuki,kızım ve oğlum çalıştırmaya gönüllülerdi....
Türkçe ve sosyalle olabildiğince başa çıktım sanırım, ama matemetiğe gelince,şöyle bir baktım ve kılavuzu kapatıp,beş tanesini toto oynadım,gerisini boş bıraktım.
Gençlerin şansının çok olduğunu düşünüp çok sevinmiştim...Ama tanıdığım bir kaç öğrencinin benden daha düşük puan aldığını duyunca,sınava girdiğimi söylemedim...Daha sonra 500.000 öğrencinin boş kağıt verdiğini duyunca üzüntüm ikiye katlandı...
Eğer ben 30 yıl öncesinin bilgileriyle, 238 puan almışsam,okuyan öğrenciler daha yüksek puana sahip olmalılar diye düşünüyorum...Ne dersiniz?
Benim giriş amacım,Takı (el sanatları da dahil)konusunda yüksek okuyup,öğretmenlik yapmaktı.Ama bu alanda,sadece meslek liselerinden geçiş yapılabiliyormuş....Olumsuz yani...
Ama açık öğretim okumak ta benim için olumlu bir sonuç...
49 yaşında bir üniversite öğrencisi!

10 Ağustos 2008 Pazar

Zincir----------------Fotoğrafın dili____________________





Hayatımız,zincir zincir.....


Düş alemi gibi....


Kendi emellerimiz uğruna,kurduğumuz hayaller,oldukça uzun bir zincir...


Sanki bir serüvenin kahramanları gibi,kimi zaman gerçek,kimi zamn hayal...Ya idealler?

Hala tek parça olduğumuz için şükretmeliyiz...

Çünkü hayaller ve gerçekler,bir zincirin ayrı halkaları...

Gözlemlediğim,yalnız bir kadının bendeki izlenimleri bunlar...

Ama keşke daha masum hayaller kursa...

Bir karabasan gibi....

Herşeyi birbiri ardına bir felaket tellalı gibi anlatınca korktum!

Yalnızlığı kendi seçmiş....

Hani ben ,hep yalnızlığı sevdiğimi söylerim ya!

Yalnızlığın kendisini gördüm!

Ölen hayallerimi,zincirle ayağıma bağladım bu kadının yanında...Yoksa halka halka ayrılacaktım...Sonra nasılsa birleştiririm....

Hemen uzaklaştım!

Galiba ,yalnızlık,kara bir zincir...

.....................................................................

Öykü atölyesinin,fotoğrafın dili için yazıldı.

8 Ağustos 2008 Cuma

Taşınma maceram!



En tanıdığından bir kamyonet:150+yol parası+köprü parası
4 adet taşıyıcı :300
Mobilyacı(sökecek,takacak ve tekrar geri dönecek:300
Elektrikçi(bu tarafta ayrı tutulacak,yeni evde ayrı):60
Yiyecekleri(en az) :50
ToplamYaklaşık;900 YTL tutacak ve fazladan ne masraf olacağını da bilmiyordum...

............................................................................
Hemen nakliye firmalarını araştırdım,ve yaklaşık 800-650 arası değişen fiyatlarla karşılaştım.Bir tanesiyle 600 YTL'ye anlaştım.


Taşınma günü saat 7 gibi geldiler,eşyaların yerini gösterdim.Mutfak,giysi ve özel eşyalarımızın hepsini paketleyip yaklaşık 40 koli olarak hazırladığımı görünce gözlerindeki parıltıyı görmemek imkansızdı....:-))

Sabit dolaplarımın nasıl söküleceği hep düşündürüyordu beni...Ekip başına onları gösterdikten sonra,salona geçtim,kolilerin yarısı gitmişti bile...
-"Arabaya mı taşıyorsunuz direk?"diye sorduğumda,arabaların hala park yerlerinde olduğunu,mesai saatinde boşalınca kamyonu yanaştırıp yükleyeceklerini söylediler....
Daha önce apartmandan taşınanların ,girişe yığılan eşyalarının ne kadar çirkin görüntü verdiğini bildiğimden,bunu telefonda özellikle belirtip,doğrudan arabaya yüklenmesini istemiştim...Sakin olmaya çalışarak,aşağıya indim...Çok güzel istiflediklerini görünce hoşuma gitti...Ve kendimi tebrik ettim..Sepetlerden tutun da,çamaşırlığa kadar herşeyi paketlemiştim...Hiçbir eşyam görünmüyordu...
Yukarı çıktığımda,dolaplar da sökülmüştü...İki kişi koltukları,resimdeki gibi paketlediler...Toplam 6 kişi eşyaları öyle çabuk taşıdılar ki,şaşırdım!
Adresi verdim,arabamız olmadığı için yol gösteremeyecektim.Kızkardeşimle oğlum,orada bekliyorlardı..
Ekip başı:
-"Abla,sizde kamyona binin beraber gidelim "dedi..
Zeynep'le birbirimize baktık,ve tamam dedik.
Kedileri sepetlerine koyup,arkaya yerleştirdik...


Zeynep,hemen zıpladı ve bindi...
Ya ben?
Büyük araca binmeyeli yıllar oldu,ayrıca kendim büyük araç olmuşum zaten...
Ekip başı,yardım etmek için yanıma geldi,Zeynep yukarıda elini uzatmış,ama tuhaf bir muziplikle bana bakıyor,ben yavaş yavaş sinirleniyorum.....Neyseki tutunacak yeri vardı,diğer elimi de Zeynep tutmuştu.Birden atıverdim kendimi ve başardım..Oturdum..
O da ne???
Selvi boylum alyazmalımın kamyonu?
Hadi canım diyerek Zeynep'e döndüm.
O bana bakmıyor ama patladı patlayacak..Gülmemek için kendini zor tuttuğunu anladım..Yüzündeki muzip ifade bundanmış...
Duramadım;
-"Ne kadar ilginç bir kamyon"dedim..
Hadi kızım Türkan Şoray'a benziyor,ama şoför Kadir inanır'ın kenarından bile geçmiyor..
Resmen,kırmızı yemeni ile dekor yapılmış,inanamazsınız...
Hareket ettik...
Aman Allahım!
Koltuklar yaylı!
Beni bile salladıktan sonra,Zeynep'i düşünün artık...
Taşıyıcılardan biri de arkadaki yatağa uzandı ve anında uyudu...Şoför,bir de arabesk şarkıyı açtı mı?
Siz bizdeki keyfi görecektiniz.....Hayatımızda en nefret ettiğimiz sahnelerden birinin içinde yer alıyoruz ve keyif alıyoruz...Yaylanarak,arabesk eşliğinde,üstelik sohbet ederek(bağırarak olduğunu tahmin edersiniz sanırım)gidiyoruz...
Zeynep iyice havaya girdi ve bana gizlice tırların kornalarını çalma hareketini yapmaya başladı..Kolunu yukarı kaldırıp,ipi aşağı çekiyormuş gibi yapıp "Daat,Daaaat"demeye başladı...Koptum kopacağım...
Neyseki sağ sağlim geldik...
Onlar da eşyayı neşeyle boşaltmaya başladılar...
Dolapların yerlerini tesbit ettikten sonra ,monte etmeye başladılar...Yoruldukça bahçeye yayıldılar...
Herşey bittiğinde,saat 14.00 idi...
Ben,gece yarısına kadar bitmez diye düşünüyordum,akşamdan beri...
Sadece koliler açılmayı bekliyordu..Ertesi günü onları da yerleştirdik...
..............................................................................................

Eve sadece bir kere baktım ve daha sonra kamyonla beraber gelince gördüm....
Kızkardeşim,laminant parke döşetmiş,badanayı da yaptırmış,ve üstelik evi de temizletip pırıl pırıl yaptırmış...
Canım kardeşim,Teşekkür ederim.
Hakkını nasıl öderim bilmiyorum...