Tüm ilaçları bıraktım!
Yiyeceklerime dikkat ederek,ve sağlıklı fizik hareketleri yaparak kendimi iyileştirme yolunu seçiyorum.
Çok uzun bir yolu seçtiğimi biliyorum.Ama her ilaç küründen sonra bir başka hastalık kendini gösteriyor.Ve her hafta bir başka doktorun kapısını çalar oldum...Bir günde 100 hastaya bakan doktorların işi elbette zor ama,kendime özel bir bakımı hakettiğimi düşündüğümden(özele para yetmeyeceği için)kendi kendimin doktoru olmaya karar verdim...
Bu ben değilim!
Ben hep zoru seçtim,kimi zaman zafer,kimi zaman hüsran oldu belki,ama bu konuda kesin kararlıyım.
Ya iyileşirim,ya da küt diye giderim....
Eğer kendimle uğraşmam gerekiyorsa,düzenli bir beslenme şeklini damak tadıma göre sıralamam gerekiyor.
Diyetisyenlerin önerilerini okuyup,kendi bünyeme uygun olanı tahmin ederek sıkı bir diyet uygulamasına giriyorum.
Mecbur olursam elbette gideceğim doktorların kapılarını kendime kapatıyorum şimdilik....
Zaman ne gösterecek bakalım?
Ya hep,ya hiç!
19 Ekim 2010 Salı
Kolesterol
Ne yapayım şimdi? Verilen kolesterol hapını içeyim mi,içmeyeyim mi?
Bana gelen maili olduğu gibi aktarıyorum...
Önemli ve mantıklı... (boş bir zamanınızda mutlaka okuyunuz...)
Babam 1988 yılında Bypass olmustu.O yıldan sonra uzun sure bir kolesterol ilacı kullanmaya baslamıstı.Bazı sıkayetleri uzerıne 5.kez anjio olacaktı.Anjio tarıhinden 1 yada 2 gün önce guvendıgım bır kısı aracılıgıyla Prof.Dr.Canan Karatay ile tanıstım. Kendisi Dahiliye ve Kardiyoloji doktorası yapmıs bır kısıydı.Babamı ılk muayenesınden sonra anjio olmasını engelledi.(hatta anjioyu engellemek ve babamı fikrinden vazgecirmek icin sert bir ifade bile takınmıstı.) Devamında kan tahlilleri istedi ve sonuclardan sonra da ilaclarında degısıklıklere gıttı.Hekim gozuyle ; Babamı 1988 den beri cok farklı , kalple ilgili televizyonda seyrettigim doktorlarda dahil olmak uzere birden fazla hekim muayene etmıstı.Kan tahliliyle ilgili istedikleri,hastalıgın seyriyle ılgılı soruların bu kadar detaylandırıldıgını ve konsantre olundugunu hatırlamıyorum. Icımde kendisine ve kararlılıgına karsı saygı olustu.Kolesterol ılacını kesıp de arkasından sadece tuzsuz fıstık ve kavrulmamıs fındık onermesı, hergun yumurta yıyın demesinden sonra babamın kahkahası beni hayli germisti.Arkasından, babam ılaclara ragmen yuksek seyir izleyen kolesterolunu kuruyemıs ve yumurta ile dusururse Canan hanımın bustunu dıkecegini yuzune karsı soylemıstı.Babam o gunden 20 Nısan 2007 yılına kadar bir daha kolesterol ılacı kullanmadı.Kan degerlerı,kolesterol seviyesi hıcbır zaman ılac kullandıgı donemden daha kotu olmadı. Vefat sebebi ise mide kanseriydi. Kanser tetikleyen ilacların ıcındeki etkenin kendisi miydi? Yoksa ilaclardaki boyar madde,koruyucu madde mi,ilaca kıvamını veren bir baska maddemıydı?(tıtanyum dı oksıt,magnezyum stearate vb. ….) Bilemiyorum. Bildigim ise fakultede 1.sınıfta biyokimya dersinde hocamızın soyledıgıdır.Vucudumuza aldıgımız her kimyasal, tasıt yada etken maddeler, baska dongulerı de etkilemektedir.Asagıda Canan hanım ortak tanıdıgımıza yazdıgı e-postayı okumanızı onerırım.KSS Erdal Turuncoglu
Kolesterol ilaç firmalarının yarattığı bir entitedir. Büyük bir yalandır. Büyük bir yalanı firmalar uydurmuş senelerce herkes buna inandırılmıştır!!!En pahalı ve tehlikeli ilaçlarını satabilmek için. Statin grubu ilaçlar kanser yapıyor, ALZHEİMER yapıyor ve de kalp yetersizliği yapıyor. Yaşlılarda dengesizlik ve unutkanlık ve de yaygın vücut ağrılarının sebebidir.Ben hayatta bu ilaçları vermedim ve de alan hastalarıma bıraktırıyorum!!!Bütün hayvanların hücre yapılarında kolesterol bulunur. Kolesterol olmazsa vücudumuzda ne biz ne de hiç bir hayvan yaşayamazdı , oluşamazdı yer yüzünde.Bu rakamları sağlık kılavuzlarında ortaya atan kişiler 8-9 milyon dolarlar aldıkları bu firmalardan, senelerden beri biliniyor. Kendileri itiraf ettiler çünkü.Kolesterol diye bir hastalık olamaz. Karaciğeri yağlanmaya başlıyan herkesin, şeker metebolizması bozulmuş olan herkesin kolesterolü yükselir. Hastalıkalrın nedeni kolesterol değildir. Kolesterol altta bir metobolik bozukluk bulunduğunu göstermektedir. Asıl en tehlikeli olanı kanda yüksek olan şeker ve insülindir. Bütün hastalıkalrı bunların başlattığını senelerdir söylüyoruz. Rant getirmediği için göz ardı ediliyor!!! Para getirmediği, hediyeler dolarlar, lüks otellerde konaklamal getirmediği için doktorlar aldırmıyorlar.İşte ben EXPOCHANNELL'de aylardan beri bunu söylemekteyim. İnsanlar şaşırıyorlar.İlaç firmalarını yarattığı hastalıklarlar 3 tanedir ve dikkat ederseniz ilaçları en pahalı olanlardır.1. Kolesterol2. Osteoporoz3. MenopozBunların hepsi fizyolojik olaylardır, HASTALIK OLAMAZLAR!!!!Her yere fw. edebilirsiniz, arzu ediyorsanız.
Bana gelen maili olduğu gibi aktarıyorum...
Önemli ve mantıklı... (boş bir zamanınızda mutlaka okuyunuz...)
Babam 1988 yılında Bypass olmustu.O yıldan sonra uzun sure bir kolesterol ilacı kullanmaya baslamıstı.Bazı sıkayetleri uzerıne 5.kez anjio olacaktı.Anjio tarıhinden 1 yada 2 gün önce guvendıgım bır kısı aracılıgıyla Prof.Dr.Canan Karatay ile tanıstım. Kendisi Dahiliye ve Kardiyoloji doktorası yapmıs bır kısıydı.Babamı ılk muayenesınden sonra anjio olmasını engelledi.(hatta anjioyu engellemek ve babamı fikrinden vazgecirmek icin sert bir ifade bile takınmıstı.) Devamında kan tahlilleri istedi ve sonuclardan sonra da ilaclarında degısıklıklere gıttı.Hekim gozuyle ; Babamı 1988 den beri cok farklı , kalple ilgili televizyonda seyrettigim doktorlarda dahil olmak uzere birden fazla hekim muayene etmıstı.Kan tahliliyle ilgili istedikleri,hastalıgın seyriyle ılgılı soruların bu kadar detaylandırıldıgını ve konsantre olundugunu hatırlamıyorum. Icımde kendisine ve kararlılıgına karsı saygı olustu.Kolesterol ılacını kesıp de arkasından sadece tuzsuz fıstık ve kavrulmamıs fındık onermesı, hergun yumurta yıyın demesinden sonra babamın kahkahası beni hayli germisti.Arkasından, babam ılaclara ragmen yuksek seyir izleyen kolesterolunu kuruyemıs ve yumurta ile dusururse Canan hanımın bustunu dıkecegini yuzune karsı soylemıstı.Babam o gunden 20 Nısan 2007 yılına kadar bir daha kolesterol ılacı kullanmadı.Kan degerlerı,kolesterol seviyesi hıcbır zaman ılac kullandıgı donemden daha kotu olmadı. Vefat sebebi ise mide kanseriydi. Kanser tetikleyen ilacların ıcındeki etkenin kendisi miydi? Yoksa ilaclardaki boyar madde,koruyucu madde mi,ilaca kıvamını veren bir baska maddemıydı?(tıtanyum dı oksıt,magnezyum stearate vb. ….) Bilemiyorum. Bildigim ise fakultede 1.sınıfta biyokimya dersinde hocamızın soyledıgıdır.Vucudumuza aldıgımız her kimyasal, tasıt yada etken maddeler, baska dongulerı de etkilemektedir.Asagıda Canan hanım ortak tanıdıgımıza yazdıgı e-postayı okumanızı onerırım.KSS Erdal Turuncoglu
Kolesterol ilaç firmalarının yarattığı bir entitedir. Büyük bir yalandır. Büyük bir yalanı firmalar uydurmuş senelerce herkes buna inandırılmıştır!!!En pahalı ve tehlikeli ilaçlarını satabilmek için. Statin grubu ilaçlar kanser yapıyor, ALZHEİMER yapıyor ve de kalp yetersizliği yapıyor. Yaşlılarda dengesizlik ve unutkanlık ve de yaygın vücut ağrılarının sebebidir.Ben hayatta bu ilaçları vermedim ve de alan hastalarıma bıraktırıyorum!!!Bütün hayvanların hücre yapılarında kolesterol bulunur. Kolesterol olmazsa vücudumuzda ne biz ne de hiç bir hayvan yaşayamazdı , oluşamazdı yer yüzünde.Bu rakamları sağlık kılavuzlarında ortaya atan kişiler 8-9 milyon dolarlar aldıkları bu firmalardan, senelerden beri biliniyor. Kendileri itiraf ettiler çünkü.Kolesterol diye bir hastalık olamaz. Karaciğeri yağlanmaya başlıyan herkesin, şeker metebolizması bozulmuş olan herkesin kolesterolü yükselir. Hastalıkalrın nedeni kolesterol değildir. Kolesterol altta bir metobolik bozukluk bulunduğunu göstermektedir. Asıl en tehlikeli olanı kanda yüksek olan şeker ve insülindir. Bütün hastalıkalrı bunların başlattığını senelerdir söylüyoruz. Rant getirmediği için göz ardı ediliyor!!! Para getirmediği, hediyeler dolarlar, lüks otellerde konaklamal getirmediği için doktorlar aldırmıyorlar.İşte ben EXPOCHANNELL'de aylardan beri bunu söylemekteyim. İnsanlar şaşırıyorlar.İlaç firmalarını yarattığı hastalıklarlar 3 tanedir ve dikkat ederseniz ilaçları en pahalı olanlardır.1. Kolesterol2. Osteoporoz3. MenopozBunların hepsi fizyolojik olaylardır, HASTALIK OLAMAZLAR!!!!Her yere fw. edebilirsiniz, arzu ediyorsanız.
Sevgilerimle, Canan Karatay
18 Ekim 2010 Pazartesi
Karbonatın faydaları...
Son zamanlarda karbonatla çok haşır neşirim...
Ağrılarım için aldığım ilaçlar boğazımda acımsı bir tad bırakıyor ve kesik kesik öksürüklerle beni rahatsız ediyor...Mide için önerilen ilaçlar da bir başka yan etki gösterdiği için,mümkün olduğunca az ilaç içmeye başladım.
Hayatım boyunca ilaçlardan nefret ettim,ama ne yazık ki ihtiyaç hissedildiğinde mecburen içiyorum...
Karbonat beni rahatlatıyor.Ne zaman tahriş hissi duysam,hemen bir çay kaşığının ucuyla biraz alıp su içiyorum.10 dakika içinde birşeyim kalmıyor....
Haftada iki kez de,diş fırçasının üstüne macun aldıktan sonra,biraz karbonat ve onun üstüne de biraz limon sıkıp fırçaladığımda,dişlerim tertemiz oluyor ve ağzımdaki mentol kokusu da bütün gün beni ferahlatıyor...
Karbonat iyi ki var diye düşünürken ,bir arkadaşımdan bir mail aldım.Aynen yayınlıyorum...
**** Karbonatın mucizeleri..
* Evinizdeki halıları süpürseniz de silseniz de zamanla kokmaya başlar. Halı yıkamacılara verdiğiniz halı bilin ki, en kötü kimyasal deterjanla, yerlerde araba yıkanır gibi yıkanmaktadır. Oysa kokuyu çıkarmak için şunu yapabilirsiniz. Bir iki avuç karbonatı halının her tarafına serpin ve 1–2 saat bekledikten sonra elektrik süpürgesi ile iyice süpürün. Halınızdaki o kötü kokudan eser kalmayacaktır.
* Buzdolabınızdaki kokuyla baş edemiyorsunuz. Bütün yiyecekleri dışarı çıkar, sil, süpür, kurula vs. uğraşmak istemiyorsanız bir kâse karbonatı buzdolabının bir köşesine koyun. 4-5 günde bir karıştırın. Kötü kokuların gittiğini göreceksiniz. Ayrıca dolapta sakladığınız meyve sebzeler üzerinde koruyucu bir etkisi olacaktır karbonatın.
* Halı, koltuk, elbise üzerine yağ mı damladı? Panik yapıp, deterjana saldırmayın! Çünkü deterjan leke olan bölgenin rengini açıp renk dokusunu bozacaktır. Bunun yerine yağ lekesinin üzerine karbonat dökün ve üzerini hafifçe ıslayın. 1–2 saat bekledikten sonra silin. Yağ lekesinden eser kalmayacaktır. Zira suyla birleşen karbonat yağları söküp atan doğal bir sabun haline gelir.
* Mutfak tezgâhınızın mermerlerini ve fayanslarını limonlu karbonat ile ovun ve durulayın. En güzel temizleyicidir. Kimyasal deterjan kalıntısı kalmadığı için üzerine meyve- sebzelerinizi, ekmeğinizi rahatlıkla koyabilirsiniz.
* Kirli lavabolarınız için krem deterjanlar yerine limon ve karbonat kullanın. Lavaboya karbonat döküp limonla ovun. Hem kirlerin kaybolduğunu hem de parladığını göreceksiniz.
* Ayrıca tıkanan lavabolarınızı açmak için bir su bardağı karbonatı lavaboya dökün. Üzerine 1 bardak sirke ilave edip 2 litre kaynar suyu lavaboya boşaltın. Tıkanan lavabo açılacaktır.
* Dibi tutan tava ve tencerelerinize akşamdan karbonat döküp, sıcak su ilave edin. Sabah temizlerken zorlanmayacaksınız.
* Paslanabilecek eşyalarınızı karbonatla ovarsanız paslanmasını engellemiş olursunuz.
* Porselen gibi kararan eşyalarınız varsa limonlu karbonat ile ovun. Rengi açılacaktır.
* Aynı şekilde gümüş eşyalarınızı suyla macun haline getirdiğiniz karbonat ile ovarsanız, rengi açılıp parlayacaktır.
* Elbise dolabınızda rutubet ve küf kokusu varsa ve naftalin kokusunu da sevmiyorsanız dolabınızı bir köşesinde ağzı açık şekilde kavanozda karbonat bulundurun.
* Banyo duşa kabin camlarını karbonat ile silip durulayın. Duş alırken daha rahat nefes alacaksınız.
* Banyo terlikleriniz ister tahta ister plastik olsun üzerine karbonat dökün ve öyle duş alın. Hem terlikleriniz hem de ayaklarınız rahat edecek. Bu yolla tahta takunyalarınızın ömrü uzayacağı gibi kimyasal temizleyiciler, cildinizden uzak tutmuş olacaksınız.
* Çamaşır makinesinde kullandığınız deterjan miktarını yarı yarıya azaltıp gerisini karbonat ile tamamlayın. Çamaşırlarınız daha temiz ve kimyasal artıklardan uzak kalmış olacaktır.
Sonuç olarak; sirke, limon ve karbonat evinizde sadece mideniz için değil her türlü temizlikte ve pratikte kullanabileceğiniz doğal ürünlerdir. Mümkün olduğunca bu ürünleri kullanmaya özen göstermeniz; hem çocuklarınızın ve sizin sağlığınız için hem de yaşanabilir, nefes alan bir ev açısından önemlidir.
17 Ekim 2010 Pazar
32.Kıtalararası Avrasya Maratonu
Oğlum ve yeğenim bu etkinliğe katıldılar.....
TRT 3 hep açık kaldı...Seyretmek çok güzeldi,hele bizden birilerinin orada olduğunu hissetmek bir başka haz verdi...
TRT 3 hep açık kaldı...Seyretmek çok güzeldi,hele bizden birilerinin orada olduğunu hissetmek bir başka haz verdi...
Severim sizi...
Köprüyü yaya geçmenin keyfini çıkarmışlar...
Beşiktaş'tan vapurla geçip eve öyle dönmüşler,Verilen tişörtler , madalya ve katılım belgeleri ellerinde çoşkuyla poz vermişler....
Bu tür organizasyonlar,gençlerin gelişiminde o kadar etkili oluyor ki,oğlum şimdiden gelecek yılın tarihini beklemeye başladı.Keşke buna benzer etkinlikler daha sık yapılsa....
...............................................
Tarihçesi....
1979´dan bugüne Avrasya Maratonu
Atletizm heyecanının ve bir umudun sonucu olarak ortaya çıkmıştı Avrasya Maratonu... Tarihi ve coğrafyası ile eşsiz bir şehir olan İstanbul´da yapılacak bir maratona ilk ve tek olmak yakışırdı. Tüm maddi sıkıntı ve imkansızlıklara rağmen atletizme gönül vermiş birkaç genç Avrasya´nın tarihe geçecek temellerini atmışlardı.
1978 yılında, ertesi yıl bir grup Alman turistin İstanbul´u ziyaret edeceği haberi gelmişti. Bu turistlerin özelliği, gittikleri ülkelerde maraton koşuyor olmalarıydı. Son olarak Mısır´da Nil Maratonu´nu koşan bu turistlerin ziyareti, Avrasya Maratonu fikrinin hayata geçirilmesini hızlandırdı. Dönemin elit Türk atletleri de davet edilerek, organizasyona resmiyet kazandırıldı.
Parkur ve trafikle ilgili pürüzler de halledilerek, gerekli tüm hazırlıklar tamamlanmıştı. Aralarında 74 kişilik turist kafilesinde bulunan 34 kişinin de yer aldığı maratoncular, Boğaziçi Köprüsü´nün 700 metre gerisinde toplanarak start için hazır olmuşlardı. Avrasya Maratonu´nu mümkün kılan Boğaziçi Köprüsü, ilk kez o gün yerli ve yabancı maratoncuların adımlarına şahit oldu. Tarihte ilk kez iki kıta arasında bir yarış koşulmuştu. Herkes için son derece büyük anlam taşıyan bu an, Türk atletizmine damgasını vuracak büyük bir organizasyonun başlangıcıydı. 1979 yılında yapılan bu ilk Avrasya Maratonu´nun galibi 2:35:39´luk derecesiyle Zonguldaklı atlet Hasan Saylan olmuştu.
1979´dan bu yana aralıksız düzenlenen Avrasya Maratonu´nun en önemli özelliklerinden biri, ilk organizasyonunda olduğu gibi, bu gün de "Sevgiye, dostluğa ve barışa" koşulmasıdır...
Tarihçesi....
1979´dan bugüne Avrasya Maratonu
Atletizm heyecanının ve bir umudun sonucu olarak ortaya çıkmıştı Avrasya Maratonu... Tarihi ve coğrafyası ile eşsiz bir şehir olan İstanbul´da yapılacak bir maratona ilk ve tek olmak yakışırdı. Tüm maddi sıkıntı ve imkansızlıklara rağmen atletizme gönül vermiş birkaç genç Avrasya´nın tarihe geçecek temellerini atmışlardı.
1978 yılında, ertesi yıl bir grup Alman turistin İstanbul´u ziyaret edeceği haberi gelmişti. Bu turistlerin özelliği, gittikleri ülkelerde maraton koşuyor olmalarıydı. Son olarak Mısır´da Nil Maratonu´nu koşan bu turistlerin ziyareti, Avrasya Maratonu fikrinin hayata geçirilmesini hızlandırdı. Dönemin elit Türk atletleri de davet edilerek, organizasyona resmiyet kazandırıldı.
Parkur ve trafikle ilgili pürüzler de halledilerek, gerekli tüm hazırlıklar tamamlanmıştı. Aralarında 74 kişilik turist kafilesinde bulunan 34 kişinin de yer aldığı maratoncular, Boğaziçi Köprüsü´nün 700 metre gerisinde toplanarak start için hazır olmuşlardı. Avrasya Maratonu´nu mümkün kılan Boğaziçi Köprüsü, ilk kez o gün yerli ve yabancı maratoncuların adımlarına şahit oldu. Tarihte ilk kez iki kıta arasında bir yarış koşulmuştu. Herkes için son derece büyük anlam taşıyan bu an, Türk atletizmine damgasını vuracak büyük bir organizasyonun başlangıcıydı. 1979 yılında yapılan bu ilk Avrasya Maratonu´nun galibi 2:35:39´luk derecesiyle Zonguldaklı atlet Hasan Saylan olmuştu.
1979´dan bu yana aralıksız düzenlenen Avrasya Maratonu´nun en önemli özelliklerinden biri, ilk organizasyonunda olduğu gibi, bu gün de "Sevgiye, dostluğa ve barışa" koşulmasıdır...
14 Ekim 2010 Perşembe
Bu Ekim ayı çok özelmiş....
Çünküüüüü;
5 Cuma ,5 Cumartesi ve 5 Pazar hepsi bir arada bir ayda ancak 823 yılda bir olurmuş ve her biri para torbaları anlamına geliyormuuuuş :))
8 iyi insana yollayın Çin fengshui’sine göre 4 günde paralar gelecekmis :))
Durduran avucunu yalarmış bilesiniz :))
Bende herkese duyurmak için buraya yazıyorum....
İlgilerinize...
4 gün sonrasında benden haber alamazsanız,bilin ki,paraları yemeye gitmişimdir...
(*_*)
5 Cuma, 5 Cumartesi ve 5 Pazar olması çok hoşuma gitti...
Bir tarihe tanıklık etmek olacak bu....
5 Cuma ,5 Cumartesi ve 5 Pazar hepsi bir arada bir ayda ancak 823 yılda bir olurmuş ve her biri para torbaları anlamına geliyormuuuuş :))
8 iyi insana yollayın Çin fengshui’sine göre 4 günde paralar gelecekmis :))
Durduran avucunu yalarmış bilesiniz :))
Bende herkese duyurmak için buraya yazıyorum....
İlgilerinize...
4 gün sonrasında benden haber alamazsanız,bilin ki,paraları yemeye gitmişimdir...
(*_*)
5 Cuma, 5 Cumartesi ve 5 Pazar olması çok hoşuma gitti...
Bir tarihe tanıklık etmek olacak bu....
11 Ekim 2010 Pazartesi
Kardeş olmak,olabilmek....
Ben hem ablayım,hem kardeş....
Ortancayım yani...
Hımmmm...
Galiba mavi ortancayım ben...
Bakın...
Ortancalar kolay yetişmezmiş...
1-Bahçeniz yarı gölgeli mi, yol boyu devam eden ve önüne bitki dikilebilecek tipsiz bir duvarınız mı var, kışın ev içinde çiçeklerle aranjman yapıp mutlu olur muydunuz? Sorular bol… Cevap genelde evet ise, ortanca sizin bitkiniz. Almaya hak kazandınız.
Büyük kardeş, zaten koruyucu olması gerektiği için,ben onun arkasında oluyorum,gölgesinde...Ufaklık 6 yaş küçük olunca evin içinde ve dışında cıvıl cıvıl,peşinde koştururdum küçükken,aman bir şey olmasın diye...Ya da benim pabucumu dama attığı için,bir yerlerde çimdirmek için de olabilir,eski zamandı o zamanlar öyle şeylerde hatırlıyorum anılarımda...Çocukluk işte.... Ama ne olursa olsun varlığım faydalıdır çocukluğumdan beri....Ailem beni hakediyor yani (!)...
2-Önemle tekrar vurgulayalım, ortanca yarı gölge hatta gölge bitkisidir. Kabak gibi güneşe konmaz!
4-Toprak ne kadar kireçliyse pembe beyaz; bunun tam zıttı, ne kadar asitliyse yani simsiyah besince zenginse, o kadar mavi mor olur. Aslında maviyi demir sülfat, paslı demir suları ya da renklendirici çivit ilaveleriyle de yapabilirsiniz, size kalmış.
Her ne kadar mütevazı yaşamayı sevsem de ,değişiklikleri sevdiğimden olacak sürekli farklı olayların içinde buluyorum kendimi...Sıradan olsam da,hep macera gibi olayların içinde bulabiliyorum kendimi....Mavi neden benim rengim daha iyi anlıyorum şimdi,İlla ki,asitli sularla besleniyorum....
5-Ortancaların çoğumuzun bilmediği sarmaşığı hem çok arsız hem de güzel çiçek açan bir türdür. Tüm yaz beyaz açar. Yaprakları sonbaharda, altın sarısı olup dökülür. Bu da yarı gölge bitkisidir, fazla budanmayı sevmez.
İlkbahar ve yazı çok seviyorum,sonsuz bir enerji içinde oluyorum bu mevsimde...Bütün yaz bahçemle uğraşıp,yeni işlerin peşinde koşturmaktan zevk alıyorum...Şu aylarda ise eve kapanıyorum,aşırı soğuğu sevmiyorum çünkü hızımı kesiyor...
Bir de,hayatıma yapılan müdahaleleri sevmiyorum.Kimse benim hayatıma karışmamalı,hemen kaçıyorum o insanlardan...
6-Evet, budama denince en önemli bölüme geldik. Türkiye’de herkes ortanca budama üstadı olmuş. Makası eline geçiren maçta tezahürat yaparkenki heyecanla canım ortancaları haşat ediyor. Öncelikle ortanca ilkbaharda, yeni sürgünler ortaya çıkınca budanır. Sonbaharda yapılan budama, kışın bitkinin donmasına sebep olabilir. Hem geçmiş romantik çiçeklerin yaprağı dökülmüş çalılarda durmasının kime ne zararı var ki? Güllerdeki gibi bir muntazamlıksaplantısı… Bırakın dağınık kalsın, ellemeyin…
Bu sözler aynen beni anlatıyor,ne diyebilirim ki....Hayatıma müdahale edilmesine asla müsade etmiyorum.
Ben yanlış insan değilim,doğru bir insanım,gerek yok ki!
7-Yazın çiçekler açtı, çok beğendiniz; kesip saklamak istiyorsanız 40-50 cm’lik dalları kesip, öbek halinde bağlayıp, baş aşağı kurumaya bırakın. Hiç bozulmadan iki sene durabilirler. Hatta tek tük renk bile kalabilir.
Ortanca, toprakta asit seviyor demiştim. Dikimde hazırlayacağınız özel karışıma bayılacaktır. Elenmiş toprak, kum, yaprak çürükleri, öğütülmüş kabuk ve gazete kâğıdı parçalarını, yanmış büyükbaş hayvan (at, inek, varsa deve!..) gübresini harmanlayıp ortancayı dikin; mor-mavi açsın. Toprağınız asitliyse pembeleştirmek için ya kireç serpin ya da güvercin, tavuk gübresi dökün.Çok koyu pembe-kırmızı tonlar için bir kova suya biraz sirke ilave edin…Bakalım sonuç istediğiniz gibi olmuşmu?.
Baharda ve yazın hayata geçirdiğim projelerim,herkesin aklındadır,hiç unutulmaz.Sürprizlerim meşhurdur....En son,kızımın kına gecesinde ringa ringa ring müziği eşliğinde damadın yüz maskesiyle kızıma ve davetlilere farklı bir gece yaşatmış olmam gibi(gerçi aynı sürprizi kızımın arkadaşları da düşünmüş ve yapmışlardı aynı gece ama,olsun onemli olan düşünmek değil mi?)
Kendi düşüncelerimi hayata geçirmek gibi çılgın bir huyum vardır.Gecenin bir vakti aklıma gelen bir düşünceyi hemen programlayıp,harekete geçmekte asla gecikmeyen aktifliğim çok can sıktığı zamanlar olsa da,delidir yapar misali sesi çıkmıyor kimsenin...Ama en çok desteği de kardeşim ve ablamdan alırım...Bilirler ki bir şekilde iyi olacaktır...
8-Gölge kadar önemli bir konu da ortancaların rutubeti sevmesi; susuz kalamazlar. Zaten kalırlarsa hemen yaprağı, çiçeği boynunu büker, kendini belli eder. Hemen sulayın. Üretimi yaz sonunda çeliklemeyle çok basit. Aldığınız dalı, yapraklarını temizleyip toprağa saplayın, gelişecektir. Ama daha garantili bir sonuç için köklendirme tozu deneyin.
Ağlama krizlerim genelde geceleri olur,vanalarım bir bozuldu mu,ortalığı sel götürür...Çok su içiyorum galiba,çünkü ağladım mı güzel ağlarım ve genelde tuvalete çok giderim.Dedikleri doğru,rutubet içindeyim yani....Susuzluğa dayanamam,sanırım günde 3 lt su içiyorum,sucunun bile dikkatini çekiyor"sizin kadar sık suyu kimse almıyor "diyor.Ayda 7 damacana suyu kim alıyor dersiniz?
Sıkıntılı ve zor zamanlarımda,ablam ve kardeşim hep yanımdadır,hani diyor ya uzman"köklendirme tozu deneyin" diye....onlar aynı kökten olduğu için hep yanımdalar...
Kardeşler arasında ömür boyu sürecek gerçek sevgi ,asla tüketilemez...
Ortancayım yani...
Hımmmm...
Galiba mavi ortancayım ben...
Bakın...
Ortancalar kolay yetişmezmiş...
1-Bahçeniz yarı gölgeli mi, yol boyu devam eden ve önüne bitki dikilebilecek tipsiz bir duvarınız mı var, kışın ev içinde çiçeklerle aranjman yapıp mutlu olur muydunuz? Sorular bol… Cevap genelde evet ise, ortanca sizin bitkiniz. Almaya hak kazandınız.
Büyük kardeş, zaten koruyucu olması gerektiği için,ben onun arkasında oluyorum,gölgesinde...Ufaklık 6 yaş küçük olunca evin içinde ve dışında cıvıl cıvıl,peşinde koştururdum küçükken,aman bir şey olmasın diye...Ya da benim pabucumu dama attığı için,bir yerlerde çimdirmek için de olabilir,eski zamandı o zamanlar öyle şeylerde hatırlıyorum anılarımda...Çocukluk işte.... Ama ne olursa olsun varlığım faydalıdır çocukluğumdan beri....Ailem beni hakediyor yani (!)...
2-Önemle tekrar vurgulayalım, ortanca yarı gölge hatta gölge bitkisidir. Kabak gibi güneşe konmaz!
Asla ön planda olmayı sevmem,işin mutfağında olmak her zaman tercihimdir.Hemen herşeyede öne atılmam...
3-Yerliler mükemmel bakımlı olmadığından ithallere göre biraz cılız durabilirler ama sakın ortancanın şaşırtmasına kanmayın. Kocaman çiçek bir sene sonra küçücük pembe; aldığınız mor; mavi, pembe ya da beyaz olabilir. “Ama nasıl olur ben aldım, ben diktim. Rengi nasıl değişir” diye bunalımlara girmeyin. Ortanca topraktaki “ph” değerine yani asit oranına göre sonradan renklenir.
Hiç beklenmedik yerde ,kimsenin tahmin edemeyeceği zamanlarda sürpriz yaptığım çok olmuştur.Bir hafta içinde boşanmış olmam gibi...Ailem şok olmuştu."Nasıl yaparsın,şimdi ne yapacaksın,nasıl yaşayacaksın "gibi,vır vır,vır,zır,zır zır.... Televizyondaki bir yarışmaya katılıp kazandıktan sonra herkese söylemem gibi(sağdaki linklerimde var,şans kapıyı çalınca yarışması)...Ablamı da bu yarışmaya girmesi için teşvik etmem gibi...Tek düze yaşayamıyorum sanki....Biraz asitli topraklarda dolaşıyorum galiba...*-*4-Toprak ne kadar kireçliyse pembe beyaz; bunun tam zıttı, ne kadar asitliyse yani simsiyah besince zenginse, o kadar mavi mor olur. Aslında maviyi demir sülfat, paslı demir suları ya da renklendirici çivit ilaveleriyle de yapabilirsiniz, size kalmış.
Her ne kadar mütevazı yaşamayı sevsem de ,değişiklikleri sevdiğimden olacak sürekli farklı olayların içinde buluyorum kendimi...Sıradan olsam da,hep macera gibi olayların içinde bulabiliyorum kendimi....Mavi neden benim rengim daha iyi anlıyorum şimdi,İlla ki,asitli sularla besleniyorum....
5-Ortancaların çoğumuzun bilmediği sarmaşığı hem çok arsız hem de güzel çiçek açan bir türdür. Tüm yaz beyaz açar. Yaprakları sonbaharda, altın sarısı olup dökülür. Bu da yarı gölge bitkisidir, fazla budanmayı sevmez.
İlkbahar ve yazı çok seviyorum,sonsuz bir enerji içinde oluyorum bu mevsimde...Bütün yaz bahçemle uğraşıp,yeni işlerin peşinde koşturmaktan zevk alıyorum...Şu aylarda ise eve kapanıyorum,aşırı soğuğu sevmiyorum çünkü hızımı kesiyor...
Bir de,hayatıma yapılan müdahaleleri sevmiyorum.Kimse benim hayatıma karışmamalı,hemen kaçıyorum o insanlardan...
6-Evet, budama denince en önemli bölüme geldik. Türkiye’de herkes ortanca budama üstadı olmuş. Makası eline geçiren maçta tezahürat yaparkenki heyecanla canım ortancaları haşat ediyor. Öncelikle ortanca ilkbaharda, yeni sürgünler ortaya çıkınca budanır. Sonbaharda yapılan budama, kışın bitkinin donmasına sebep olabilir. Hem geçmiş romantik çiçeklerin yaprağı dökülmüş çalılarda durmasının kime ne zararı var ki? Güllerdeki gibi bir muntazamlıksaplantısı… Bırakın dağınık kalsın, ellemeyin…
Bu sözler aynen beni anlatıyor,ne diyebilirim ki....Hayatıma müdahale edilmesine asla müsade etmiyorum.
Ben yanlış insan değilim,doğru bir insanım,gerek yok ki!
7-Yazın çiçekler açtı, çok beğendiniz; kesip saklamak istiyorsanız 40-50 cm’lik dalları kesip, öbek halinde bağlayıp, baş aşağı kurumaya bırakın. Hiç bozulmadan iki sene durabilirler. Hatta tek tük renk bile kalabilir.
Ortanca, toprakta asit seviyor demiştim. Dikimde hazırlayacağınız özel karışıma bayılacaktır. Elenmiş toprak, kum, yaprak çürükleri, öğütülmüş kabuk ve gazete kâğıdı parçalarını, yanmış büyükbaş hayvan (at, inek, varsa deve!..) gübresini harmanlayıp ortancayı dikin; mor-mavi açsın. Toprağınız asitliyse pembeleştirmek için ya kireç serpin ya da güvercin, tavuk gübresi dökün.Çok koyu pembe-kırmızı tonlar için bir kova suya biraz sirke ilave edin…Bakalım sonuç istediğiniz gibi olmuşmu?.
Baharda ve yazın hayata geçirdiğim projelerim,herkesin aklındadır,hiç unutulmaz.Sürprizlerim meşhurdur....En son,kızımın kına gecesinde ringa ringa ring müziği eşliğinde damadın yüz maskesiyle kızıma ve davetlilere farklı bir gece yaşatmış olmam gibi(gerçi aynı sürprizi kızımın arkadaşları da düşünmüş ve yapmışlardı aynı gece ama,olsun onemli olan düşünmek değil mi?)
Kendi düşüncelerimi hayata geçirmek gibi çılgın bir huyum vardır.Gecenin bir vakti aklıma gelen bir düşünceyi hemen programlayıp,harekete geçmekte asla gecikmeyen aktifliğim çok can sıktığı zamanlar olsa da,delidir yapar misali sesi çıkmıyor kimsenin...Ama en çok desteği de kardeşim ve ablamdan alırım...Bilirler ki bir şekilde iyi olacaktır...
8-Gölge kadar önemli bir konu da ortancaların rutubeti sevmesi; susuz kalamazlar. Zaten kalırlarsa hemen yaprağı, çiçeği boynunu büker, kendini belli eder. Hemen sulayın. Üretimi yaz sonunda çeliklemeyle çok basit. Aldığınız dalı, yapraklarını temizleyip toprağa saplayın, gelişecektir. Ama daha garantili bir sonuç için köklendirme tozu deneyin.
Ağlama krizlerim genelde geceleri olur,vanalarım bir bozuldu mu,ortalığı sel götürür...Çok su içiyorum galiba,çünkü ağladım mı güzel ağlarım ve genelde tuvalete çok giderim.Dedikleri doğru,rutubet içindeyim yani....Susuzluğa dayanamam,sanırım günde 3 lt su içiyorum,sucunun bile dikkatini çekiyor"sizin kadar sık suyu kimse almıyor "diyor.Ayda 7 damacana suyu kim alıyor dersiniz?
Sıkıntılı ve zor zamanlarımda,ablam ve kardeşim hep yanımdadır,hani diyor ya uzman"köklendirme tozu deneyin" diye....onlar aynı kökten olduğu için hep yanımdalar...
Kardeşler arasında ömür boyu sürecek gerçek sevgi ,asla tüketilemez...
10 Ekim 2010 Pazar
Bu bir maceraysa,ciddi bir macera yaşadım demektir...
Bir çok kişi,doğru iş yapmayı bilmiyor.
Genelde aldığım işleri sıfır hata ile vermeye gayret gösteririm.Ama son aldığım iş oldukça uğraştırdı beni....
Baştan anlatıyorum;
Ara ara işlerini yaptığım bir firma,haftalar öncesinde işi bana gösterip yapıp yapmayacağımı sordu.Şöyle bir baktım,"kolay "dedi firma sahibi."En kolay görünen işler en zorudur"derim her zaman...Yine tekrarladım."Siz yaparsınız"diyerek o zamandan ürünün bana geleceğini kesinleştirdi adeta...
Yaklaşık üç hafta sonra,aniden işi gönderdiler bana...
Oturdum inceledim,inceledikçe inanılmaz zor olduğunu gördüm.Bir kere zincirlerin yerini belirleyen bir şablon hazırlanması gerekiyor.Marka bir firmaya ait olduğu için de iplerin gözükmemesi için,aynı yünden ikinci bir astar kat yapılmış.Dikişler bunun altında kalsın diye...
Kazakların altı boş bırakılmış ki,oradan girip dikilebilsin diye...
Hemen kızkardeşim ve arkadaşının görev aldığı okulların velilerinden bir çoğunu ve bana iş yapan hanımları acilen eve çağırdım.Okulların açıldığı ilk gün,kimse işi almak istemedi.Hem işin zorluğu,hem de kitap ve defterlerin kaplanması konusu hepsini geri çekti...
Verilen süre iki gün!
Çıldırdım!
271 adet ürün,nasıl biter?
Hemen firma sahibini aradım,ve başka biri varsa ona vermesini söyledim...Eminim adamın sesini siz bile duymuşsunuzdur! "Bu saatten sonra ,kimseye veremem""Siz bunu yapmak zorundasınız!"diyor,başka bir şey demiyor.Ben itiraz edip durumu izah ediyorum,ama mümkün değil...
İhale bana kaldı anlayacağınız...
Düşüne düşüne çıldırıyorum...
Kızkardeşim benim bir arkadaşımı hatırlattı bana...
Hemen aradım,fotoğrafını çekip kendisine gönderdim."GETİR" der demez,kardeşimin arabasıyla hemen ona götürdük.
Size yol güzargahını anlatıyorum;
Mal Çağlayan'dan Beykoz'a bana geliyor.Kardeşimle Şişli'ye götürüyoruz,oradan da Gazi mahallesine gidiyor.Çünkü arkadaşımın grupları orada....
Cumartesi günü soruyorum kaç tane yapıldığını,rakam veremiyorlar.Çünkü kimse çabuk yapamıyor....Mal güzel yapılıyor ama süre kısıtlı...Neyse ki zincirleri az alan mal sahibi,geri kalan zincirleri ertesi günü getirdiği için ,iki gün daha kazanmış olduk....Ama ,grup başı,7 kişiye dağıtabildiği işlerin yetişmeyeceğini söyleyince beni düşünün artık.Ama arkadaşım,yedek bir grubu devreye soktu ve malı ikiye bölüp,bir kısmını yakın bir semtte iş yapan diğer gruba yönlendirdi..."Bitiririz" dediler...Ama bende tam üç gündür uyku yok zaten,sabahın köründe arıyorum 100 tane bile bitmemiş....Deli danalar gibi evde dört dönüyorum....
Hayatımda böyle son dakikaları stresli olan işlerin yetişmesini çok yaşadım,ama ürün benim elimdeydi ve yapılışını izleyebiliyordum.Böyle uzaktaki bir malı takip etmek,ilk kez başıma geliyordu....Herşeyden önce,pahalı ve kaliteli bir ürün,kirlenmemeli,sigara kokmamalı ve zarar görmemeli...
Çalınabilir,yanabilir gibi gibi...
Herşey yolunda dediler,ve bitiyor deyince hemen gittim.70 tane eksik dediler Allahım,çıldırıyorum! Nasıl olur diyorum.Daha yeni dağıtmışlar,iki saat sonra toplayacağız dediler....Adam telefonda bağırıyor....
Sonunda,kendi endişelerimle birlikte gelişmeleri tek tek anlattım iş sahibine"lütfen kızmayın ve sakin olun,yapılması gereken herşeyi ben yapıyorum,bundan sonrasını zorlamak hatalı malın gelmesine sebep olur "dedim.Bir süre sonra sakinleşti.
Getirdiğim ürünleri atölye sahibine teslim ettim."Abla bu işi nasıl aldın ve nasıl bu kadar kısa sürede bitirdin "dedi,
Şaşkınlıkla"Nasıl yani?"dedim
"Biz almadık bunu,çok zor bir iş ya" deyince,kendimi en aptal konumda hissettim.
Hele ürünün 15 gündür depoda beklediğini duyunca,kaynama noktasına gelen beynimi sakinleştirmek biraz zaman aldı.Eğer ,o hızla firma sahibinin yanına gitseydim,ciddi problem çıkacaktı...Kavgayı seven bir insan değilim,ama kavga etmektende kaçmam...
Hele tamamını teslim edeyim de ondan sonra konuşayım dedim.
Hemen geri dönüp kalanları alıp gelirken,firma sahibi"Tülay hanım gelip bir görün,nasıl yapılmış,berbat "demez mi?
Beni düşünün artık!
Haklıydı!
Hiç kalıba uyulmamış!
Gelişigüzel uzunlukta zincirlerle tutturulmuş.Toplam 24 adet olan zincir sayısı,8 il 30 arasında değişerek dikilmiş....Arkadaşım geldi,yapılacak bir şey yok.Tekrar geri götürüp ikinci bir riski göze alamadım ... Her zaman feveran halinde olan firma sahib,arakadaşım yanımda olduğu halde"Tülay hanım,sizinle çalışmaktan çok memnunuz,hatta geçenlerde kulaklarınızı tatlı tatlı çınlattık.Tülay hanım bu malı alırsa ne yapar eder bize yetiştirir dedik.o yüzden bu malı size verdik.Ama zamanında teslim etmediğiniz gibi hatalı gelen bu mal,yarına kadar yetişmez ise ben nasıl zarar ediyorsam siz de bundan etkileneceksiniz"dedi....
Tehdit kokusu burnunuza geldi değil mi?
Söylemem gereken"eğer siz bu malı zamanında bana gönderip,süreyi uzun tutsaydınız,hem zamanında organize olurdum,hem de sakin sakin yapardım bu işi.Çünkü şablonu hazırlamak ve zincirleri kesmenin ne kadar zaman aldığını bilseniz böyle konuşmazdınız"sözlerini yutmak zorundaydım. bir mahcubiyet oluşmuştubir kere,iş bilmeyen kadınlar yüzünden...
Sabaha kadar firmada durup herbirini tek tek kontrol edip,70 tanesinde az düzeltme yaparak,tam 271 adet kazak tek tek düzelteceğimi söylediğimde,herkesin gözleri faltaşı gibi açıldı.
"Ben bu işleri sabaha kadar bitirmek zorundayım"dedim.Kimse evini bırakıp gelmedi yardıma...Hatayı ben yapmadım ama sorumluluk bendeydi,yakın bir mesafe olmadığı için kontrol edememiştim.Başta kimse olmayınca disiplinsiz bir şekilde yapılan hatayı tamir eme zorunluluğu bana kalmıştı....
Firmanın kriz anında çağırdığı bayanları ile birlikte 4 kişi sabaha kadar bu işlerle uğraştık.Üstelik altları dikilmiş vaziyette...sabah 11 gibi firma malı teslim almaya gelecek.saat 8 de ,kalite kontrolleri yapılıp,fiyatları asılmış,etiketleri yapıştırılmış,naylonları geçirilmiş halde hazır olması gerekiyordu...
Saat 7.30' da firmadan ayrılırken,hayatımdaki en zor zamanlardan birini daha geride bırakmanın rahatlığını yaşıyordum...
Eğer telaş yapmayıp,oturup kendim yapsaydım,5günde rahatlıkla bitirebilirmişim....
Atölyede etiketleme işleri yapılıyor..
Ambalajlama yapılıyor... Hepsinin yüzleri gülümsemeyle kaplı...O kadar huzurlu iş yapıldı ki o akşam ,sabaha kadar rahat çalıştım...
Tamir işleri yapılıyor... 30 TL için sabaha kadar çalışan bir grup insan olduğunu o akşam öğrendim ...
Fotoğraftaki tatlı kız,nişanlı...Yakında düğünü olacakmış,para biriktiriyor...
Genelde aldığım işleri sıfır hata ile vermeye gayret gösteririm.Ama son aldığım iş oldukça uğraştırdı beni....
Baştan anlatıyorum;
Ara ara işlerini yaptığım bir firma,haftalar öncesinde işi bana gösterip yapıp yapmayacağımı sordu.Şöyle bir baktım,"kolay "dedi firma sahibi."En kolay görünen işler en zorudur"derim her zaman...Yine tekrarladım."Siz yaparsınız"diyerek o zamandan ürünün bana geleceğini kesinleştirdi adeta...
Yaklaşık üç hafta sonra,aniden işi gönderdiler bana...
Oturdum inceledim,inceledikçe inanılmaz zor olduğunu gördüm.Bir kere zincirlerin yerini belirleyen bir şablon hazırlanması gerekiyor.Marka bir firmaya ait olduğu için de iplerin gözükmemesi için,aynı yünden ikinci bir astar kat yapılmış.Dikişler bunun altında kalsın diye...
Kazakların altı boş bırakılmış ki,oradan girip dikilebilsin diye...
Hemen kızkardeşim ve arkadaşının görev aldığı okulların velilerinden bir çoğunu ve bana iş yapan hanımları acilen eve çağırdım.Okulların açıldığı ilk gün,kimse işi almak istemedi.Hem işin zorluğu,hem de kitap ve defterlerin kaplanması konusu hepsini geri çekti...
Verilen süre iki gün!
Çıldırdım!
271 adet ürün,nasıl biter?
Hemen firma sahibini aradım,ve başka biri varsa ona vermesini söyledim...Eminim adamın sesini siz bile duymuşsunuzdur! "Bu saatten sonra ,kimseye veremem""Siz bunu yapmak zorundasınız!"diyor,başka bir şey demiyor.Ben itiraz edip durumu izah ediyorum,ama mümkün değil...
İhale bana kaldı anlayacağınız...
Düşüne düşüne çıldırıyorum...
Kızkardeşim benim bir arkadaşımı hatırlattı bana...
Hemen aradım,fotoğrafını çekip kendisine gönderdim."GETİR" der demez,kardeşimin arabasıyla hemen ona götürdük.
Size yol güzargahını anlatıyorum;
Mal Çağlayan'dan Beykoz'a bana geliyor.Kardeşimle Şişli'ye götürüyoruz,oradan da Gazi mahallesine gidiyor.Çünkü arkadaşımın grupları orada....
Cumartesi günü soruyorum kaç tane yapıldığını,rakam veremiyorlar.Çünkü kimse çabuk yapamıyor....Mal güzel yapılıyor ama süre kısıtlı...Neyse ki zincirleri az alan mal sahibi,geri kalan zincirleri ertesi günü getirdiği için ,iki gün daha kazanmış olduk....Ama ,grup başı,7 kişiye dağıtabildiği işlerin yetişmeyeceğini söyleyince beni düşünün artık.Ama arkadaşım,yedek bir grubu devreye soktu ve malı ikiye bölüp,bir kısmını yakın bir semtte iş yapan diğer gruba yönlendirdi..."Bitiririz" dediler...Ama bende tam üç gündür uyku yok zaten,sabahın köründe arıyorum 100 tane bile bitmemiş....Deli danalar gibi evde dört dönüyorum....
Hayatımda böyle son dakikaları stresli olan işlerin yetişmesini çok yaşadım,ama ürün benim elimdeydi ve yapılışını izleyebiliyordum.Böyle uzaktaki bir malı takip etmek,ilk kez başıma geliyordu....Herşeyden önce,pahalı ve kaliteli bir ürün,kirlenmemeli,sigara kokmamalı ve zarar görmemeli...
Çalınabilir,yanabilir gibi gibi...
Herşey yolunda dediler,ve bitiyor deyince hemen gittim.70 tane eksik dediler Allahım,çıldırıyorum! Nasıl olur diyorum.Daha yeni dağıtmışlar,iki saat sonra toplayacağız dediler....Adam telefonda bağırıyor....
Sonunda,kendi endişelerimle birlikte gelişmeleri tek tek anlattım iş sahibine"lütfen kızmayın ve sakin olun,yapılması gereken herşeyi ben yapıyorum,bundan sonrasını zorlamak hatalı malın gelmesine sebep olur "dedim.Bir süre sonra sakinleşti.
Getirdiğim ürünleri atölye sahibine teslim ettim."Abla bu işi nasıl aldın ve nasıl bu kadar kısa sürede bitirdin "dedi,
Şaşkınlıkla"Nasıl yani?"dedim
"Biz almadık bunu,çok zor bir iş ya" deyince,kendimi en aptal konumda hissettim.
Hele ürünün 15 gündür depoda beklediğini duyunca,kaynama noktasına gelen beynimi sakinleştirmek biraz zaman aldı.Eğer ,o hızla firma sahibinin yanına gitseydim,ciddi problem çıkacaktı...Kavgayı seven bir insan değilim,ama kavga etmektende kaçmam...
Hele tamamını teslim edeyim de ondan sonra konuşayım dedim.
Hemen geri dönüp kalanları alıp gelirken,firma sahibi"Tülay hanım gelip bir görün,nasıl yapılmış,berbat "demez mi?
Beni düşünün artık!
Haklıydı!
Hiç kalıba uyulmamış!
Gelişigüzel uzunlukta zincirlerle tutturulmuş.Toplam 24 adet olan zincir sayısı,8 il 30 arasında değişerek dikilmiş....Arkadaşım geldi,yapılacak bir şey yok.Tekrar geri götürüp ikinci bir riski göze alamadım ... Her zaman feveran halinde olan firma sahib,arakadaşım yanımda olduğu halde"Tülay hanım,sizinle çalışmaktan çok memnunuz,hatta geçenlerde kulaklarınızı tatlı tatlı çınlattık.Tülay hanım bu malı alırsa ne yapar eder bize yetiştirir dedik.o yüzden bu malı size verdik.Ama zamanında teslim etmediğiniz gibi hatalı gelen bu mal,yarına kadar yetişmez ise ben nasıl zarar ediyorsam siz de bundan etkileneceksiniz"dedi....
Tehdit kokusu burnunuza geldi değil mi?
Söylemem gereken"eğer siz bu malı zamanında bana gönderip,süreyi uzun tutsaydınız,hem zamanında organize olurdum,hem de sakin sakin yapardım bu işi.Çünkü şablonu hazırlamak ve zincirleri kesmenin ne kadar zaman aldığını bilseniz böyle konuşmazdınız"sözlerini yutmak zorundaydım. bir mahcubiyet oluşmuştubir kere,iş bilmeyen kadınlar yüzünden...
Sabaha kadar firmada durup herbirini tek tek kontrol edip,70 tanesinde az düzeltme yaparak,tam 271 adet kazak tek tek düzelteceğimi söylediğimde,herkesin gözleri faltaşı gibi açıldı.
"Ben bu işleri sabaha kadar bitirmek zorundayım"dedim.Kimse evini bırakıp gelmedi yardıma...Hatayı ben yapmadım ama sorumluluk bendeydi,yakın bir mesafe olmadığı için kontrol edememiştim.Başta kimse olmayınca disiplinsiz bir şekilde yapılan hatayı tamir eme zorunluluğu bana kalmıştı....
Firmanın kriz anında çağırdığı bayanları ile birlikte 4 kişi sabaha kadar bu işlerle uğraştık.Üstelik altları dikilmiş vaziyette...sabah 11 gibi firma malı teslim almaya gelecek.saat 8 de ,kalite kontrolleri yapılıp,fiyatları asılmış,etiketleri yapıştırılmış,naylonları geçirilmiş halde hazır olması gerekiyordu...
Saat 7.30' da firmadan ayrılırken,hayatımdaki en zor zamanlardan birini daha geride bırakmanın rahatlığını yaşıyordum...
Eğer telaş yapmayıp,oturup kendim yapsaydım,5günde rahatlıkla bitirebilirmişim....
Atölyede etiketleme işleri yapılıyor..
Ambalajlama yapılıyor... Hepsinin yüzleri gülümsemeyle kaplı...O kadar huzurlu iş yapıldı ki o akşam ,sabaha kadar rahat çalıştım...
Tamir işleri yapılıyor... 30 TL için sabaha kadar çalışan bir grup insan olduğunu o akşam öğrendim ...
Fotoğraftaki tatlı kız,nişanlı...Yakında düğünü olacakmış,para biriktiriyor...
Bu şeker kız 16 yaşında,o sabah ayağına sıcak su dökülmüş çaydanlıktan.O halde bütün gün çalıştıktan sonra ,sabaha kadar bizimle çalıştı...Babası içeride ütü yapıyor,o da buradaki işlerle meşgul oluyor....
İlk başlarda gülen yüzler,sabaha karşı yorgunluk ve açlıktan yerini somurtmaya vermeye başladı.Ciddi yorgunluktu...Sanırım hayatımdaki en zor gecelerden biriydi...
Hepsine teşekkür ediyorum...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)