28 Ağustos 2011 Pazar

30 Ağustos Zafer Bayramı,bu sene kutlanmayacakmış...Ne yazık!



Zafer Bayramı, Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti[1] ulusal bayramıdır. Her yıl 30 Ağustos günü kutlanır. Zafer Bayramı, 1922 yılında 26 Ağustos'ta başlayıp, 30 Ağustos'ta Dumlupınar'da Mustafa Kemal'in başkumandanlığında zaferle sonuçlananBaşkomutanlık Meydan Muharebesi'ni (Büyük Taarruz) anmak için kutlanan bayramdır. İşgal birliklerinin ülke sınırlarını terketmesi daha sonra gerçekleşse de, 30 Ağustos sembolik olarak ülke topraklarının geri alındığı günü temsil eder.

Zafer Bayramı, ilk defa 30 Ağustos 1923 günü Afyonkarahisar, Denizli, Kahramanmaraş, Ankarave İzmir'de kutlanmıştır. Resmî olarak Zafer Bayramı ilân edilmesi 1935 yılının Mayıs ayında olmuştur. Zafer Bayramı, tüm yurtta törenlerle kutlanır. Devlet erkânı ve birçok vatandaş,Ankara'da Anıtkabir'i, diğer illerde de anıt ve şehitlikleri ziyaret edip, Mustafa Kemal Atatürk'e, silâh arkadaşlarına ve komutasında savaşmış askerlere şükranlarını sunar. Hemen hemen her yerleşim yerinde, askerî birlikler geçit törenlerine katılır. Ayrıca dış temsilciliklerde de çeşitli kutlamalar yapılır. 30 Ağustos günü, Türkiye'de resmî tatildir.

Her yıl, Harp Okulları ve Astsubay Meslek Yüksekokulları bu tarihte mezun verir. Tüm subay ve astsubay rütbe değişiklikleri bu tarihte geçerli olur.




Tarihi

23 Ağustos - 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Savaşı'yla Yunan orduları gerilemek zorunda kaldı. Bu uzun zamandır Türk ordularının elde ettiği ilk başarıdır. TBMMtarafından Sakarya Savaşı'ndan sonra Mustafa Kemal'e mareşal ve gazi unvanları verildi. Tarihin bu dönüm noktasından sonra Yunan ordularının topraktan atılma kararı alınır. Sad planı adı verilen tarrruz planı ocak ve nisan aylarında iki kez ertelenir. Tarruzun hazırlıkları tam anlamıyla ağustos ayında tamamlanır. Batı cephesinin kuzeyindeki ve güney cephesindeki Türk birlikleri, büyük bir gizlilik içinde Kocatepe bölgesine kaydırıldı. İstanbul'daki cephane depolarından silah ve cephane gizlice Anadolu topraklarına getirtildi. İtilaf Devletleri tarafından tahrip edilerek kullanılmaz hâle getirilen toplar onarıldı. Yeni silahlar satın alındı. Orduya taarruz eğitimi yaptırıldı. Gazi Mustafa Kemal'in başkomutanlığını yaptığı Türk ordusu, 26 Ağustos 1922'de düşmana saldırdı. Birkaç saat içinde düşman mevzileri ele geçirildi. 30 Ağustos'ta düşman çember içine alındı. Sağ kalanlar esir alındı. Esirler arasında Yunan Başkomutanı Trikopis de vardı.

Bu savaş, Atatürk'ün başkomutanlığında yapıldığı için Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak adlandırıldı.

Büyük Taarruz'un başarıyla sonuçlanmasından sonra Yunan orduları İzmir'e kadar takip edildi. 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtarılmasıyla Türk toprakları Yunan işgalinden temizlenmiş oldu.

Depresyon zamanla şöyle ilerler...


Depresyon kadında şöyle ilerler;
Bunalım... Bunaalım.... Bunu alım... Bunu alayım.... Bunu da alayım.... Bunu al bunu.... Al bunu da..... Bunu da bunu da...... :))

Erkeklerde ise şöyle ilerler;
Bunalım.... Bunalımdan cıkayım.... Bununla cıkayım.... Bununla da cıkayım.... Hepsiyle cıkayım... :)))))p

26 Ağustos 2011 Cuma

Arabadan in,bisiklete bin!


Geçen hafta,Şişli'deydim,ve yürürken birden slogan sesleriyle arkamıza döndük."ARABADAN İN,BİSİKLETE BİN" diye elleri havada,kırmızı ışıkta beklerken bu şekilde sesleniyorlardı bir grup genç...
Harikasınız!


SÖZ!
Bisiklet alacağım....

Amaaaaa....

üç tekerlekli!

*_*

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Kitaplardan yapılmış,7 katlı BABİL KULESİ !

Tesadüfen gördüğüm fotoğrafların altındaki açıklama çok güzeldi.

Buanes Aires,bu yıl Dünya Kitap Başkenti seçilmiş,UNESCO(Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) ) tarafından...
Bu nedenle,Arjantinli sanatçı Marta Minujin,çeşitli dillerde yazılmış,30.000'den fazla kitap kullanarak(82 ayak) 25 metre yüksekliğinde bir Babil Kulesi inşa etmiş.
Bence,müthiş bir onur bu!
helezonik bir kule,inanılmaz güzel bir görüntüyle dikkatleri çekiyor.Bayıldım,keşke ülkemizde de benzer bir uygulama yapılsa....
Aslında bir kütüphane inşa edilip,dış yüzeyi bu şekilde yapılsa,eminim kitap okuma oranımız çoğalır.
Arjantinli sanatçı Marta Minujin tarafından yapılan bu kuleye,halktan,kütüphanelerden ve 50'de fazla büyükelçiliklerden yapılan bağışlar yapılmış.Japon çocukların en sevdiği kitaplardan Petagonya,dan masallar ve Arjantinli şair Martin Fierro'nun kitaplarının olduğu özellikle belirtilmiş.Çok önemli olmalı....

Amerikalı sanatçı Andy Warhol ile çalışmış Minujin, bu yıl sona eren askeri diktatörlük tarafından yasaklanmış kitapları da kullanarak destek vermiş bu kuleye...

Gerçekten mucizevi bir deneyim bu ülke için.
Yıllar sonra bile,Arjantin'de kitaptan bir kule yapılmıştı diyerek,tarihi bir olay olarak anılacak.
Yapanları ve destekleyenleri kutlamak lazım.
Müthiş bir olay bu!

Siz ne düşünürsünüz bilmem,ama çok ilginç ve akıllardan çıkmayacak bir anı etkisi yarattı bende...

l

16 Ağustos 2011 Salı

KEDİLERİNİZ İTİNAYLA ÖLDÜRÜLÜR !....


Hep nefis çıkar karşıma ölüp ölüp dirilsem.
İnsandan kaçmak kolay,kendimden kaçabilsem.!

Necip Fazıl Kısakürek..




4 ayda,5 kedi....
neredeyse 6 oluyordu....
Haaa,bir de köpek olayı var ya....

Çamaşır yıkamaktan vazgeçiyorum son zamanlarda....
Günlerce aradığım iki kediyi bulamayınca,birileri alıp götürdü diye düşündüm...(2-3)
Evde kedi bakmayacağım artık diye söyleniyorum...
Niye görürüm ki yaralı ve yardım isteyen hayvanı...
Kedi izlerini siliyorum evimden...

Dışarıda acıyla bağıran bir kedi,koşuyorum hemen...

Kendimden kuşkulanıyorum artık!

Emanet bırakılan bir kedinin(yine bizim yavru kedilerden biriydi) tacize uğradığını görünce,eve alayım dedip,Tam yıkarken,,elimi tırmaladı,poposuna vurdum,o da korkuyla mutfaktaki tel kapıya tırmandı.Koşup,yırtmasına engel olmak için,ayağından çekince,ayaklarının üstüne düşeceğini sandığım hayvan,hızla kafasını yere çarptı Mı?

Allahım!Çıldıracağım!

Soğuk suların altında tutup,kucağımda sevdim.Neredeyse ölüyordu hayvan!

Sabaha bir şeyi kalmadı,kucağımda elimi yalarken uyandım.şükürler olsun?


Bir de şu döverek morarttığım dizlerim iyileşse....

O kadar huzur vermişti ki bana,anlatamam "Kırpığım" (5)

Ölümünden üç gün sonra,akşam 21.00 gibi balkonu yıkarken,aşağıda hareket eden bir beyazlık gördüm,ufak bir kedi!
İnanamadım! İndim aşağıya ve elime aldığımda "kırpık "karşımda
ydı sanki...

Gözleri gözlerimde sanki...Ayna misali bana bakıyor gibi..

Sadece,başında siyahı yok...
Üç gün evden çıkamamıştım,ağlamaktan ufalan gözlerim yüzünden...Artı,baş ağrısı ve üzüntü....

Bir gün önce,gözleri, bana geldikten üç gün sonra açılan bir yavru,poposunda oluşmuş (anne sütü almayan her kedide oluyor)bir yaradan dolayı ölmüştü.(4)

Kedilerle anılar olur mu demeyin,üç günlük kedinin bile unutulmayacak halleri oluyor ne yazık ki...

Bir ay önce,yine bir gözü açılmamış bir yavruyu getirdiler bana,bir kaç saat yaşadı ancak....(1)

Komşularımızı ağızlarını burunlarını kapatarak,garajlarına girmeye çalıştıklarını görünce,merakla koştum(aslında anladım),iki ölü kedi kokusundan girememişler garaja...Zehirlenmişler....

Dizi dizi dizdim bahçede kedi mezarlarını...

Ama "kırpık" en kötü şekilde öldü....

Bu büyük bir ders,oldu bana...
Ama beni yerden yere vuruyor bu ders...

Başkası olsa,kedilere el sürmez...

Lakin,gel de anlat yüreğime bunu...

Ufaklık,mucize gibi geldi evimize...Sırığım bile şaşkın"sanki kırpık bu,anne"deyip duruyor...Bir yığın isim sayıyoruz ona,ama "topik"en çok söylediğimiz....Bir sırığımın yanında yatıyor,bir benimle....

"Anne" diyor oğlum,"bu kedi sana iyi geldi,ağlamaların yok gibi"diyor...Sanki kendisi hiç üzülmemiş gibi...Sanki kendisine iyi gelmemiş gibi....

Gözyaşımızı sildi bu ufaklık bizim....

Serçeler bir damla gözyaşı dökünce ölürlermiş...İyi ki insanlarda bu böyle değil....



Garip bir insanım,

Yukarıdan bir mesaj mı geliyor bana?

Kalın bir kafam var,anlamıyorum.Biri bana açıklasın...



Yok,yok!

Ben iyisi mi kapıya bir tabela asayım;

Kedileriniz itinayla öldürülür diye...


Belki,o zaman kapıma yavru kedileri getirmezler,ve ben de üzüntü yaşamam...



8 Ağustos 2011 Pazartesi

Keşke,o günü yargılayıp,sorgulamasam.....

Biri size şöyle bir hikaye anlatsa,ne düşünürsünüz?

Şu an bir film seyrediyor gibiyim,ve geriye sarıp bu filmi yeniden çekmek gibi bir imkanım olsaydı...
Keşke olsaydı!
Kendi aleyhimde suçlamalarda bulunmak dahi beni rahatlatmıyor.kendi kendime hesap sormam da ...Keşke,bu duygular,yaşanmışı yaşanmamış yapsa....
Gözyaşı döküyorum,hem de her an neredeyse...Bu vicdan filan değil,düpedüz ihmalkarlık,dikkatsizlik....Çığlık atıyorum inanın ,ve beynimin uyuşup,ciğerime kadar uzayan bir sızı verdiğini hissediyorum...Ve zamana karşı sustuğum anları yaşıyorum.

Anlatmaya nereden başlayacağımı bilemiyorum....En iyisi en başından....

Makineyi açtım,yıkanmış beyaz çamaşırlar,sıcak suyun temizliği ile mis gibi yumuşatıcı kokuyor.Havluları dışarı,iç çamaşırlarını içeriye astıktan sonra,her zaman yaptığım gibi kazanı çevirip,içinde bir şey kalmış mı diye kontrol ettikten sonra koyu renk bir adet çarşafı alıp geldim ve deterjanı ekledikten sonra çalıştırıp,içeriye gittim.

Oğlumun odasını açtım,"kırpık" burada mı diye sordum.

Kardeşim getirdiğinde karnı kendi bedeninden büyük ,avucumun içinde kaybolan minik bir kedi yavrusuydu bahsettiğim.Çamaşır makinesini çalıştırıp salona geçtikten sonra, onun sesini uzaktan duydum.Ortadan kaybolan bir kedi değildir "kırpık"ve çağırınca hemen ayağının dibinde bitiveren bir ufaklıktır o...Kesin bir yerde kapalı kaldı,ya da diğer kedileri beslemek için dışarı çıktığımda kaçtı dedim.

Çorap çekmecelerini açıp baktım,ayakkabı dolabına ,Bulaşık makinesi açıktı,belki atlamıştır diye oraya baktım,musluğun altındaki dolaba girmiştir dedim ama yoktu...Kesin dışarıdadır dedim ve dışarı baktım.
O sırada ağaçlardan kopardığım dalları gördüm ve onları çöpe attım.Erik ağacının koparılması gereken dalları dikkatimi çekti ve onunla uğraşmaya çalışırken,bir yandan da kediyi düşünüyorum.
VE BİRDEN ,şimşek çaktı ve oğluma seslenerek koşmaya başladım"MAKİNEYİ DURDUR"diye.Ayağım ağrıdığı için normalde hızlı yürüyemeyen ben,uzun adımlarla koşarak mutfağa geldim ve düğmeye basıp kapadım,oğlum"ne oldu" dedi."Kedi makineye girmiş olabilir mi?"diye sordum."yok artık;anne! Salonda koltuğun oralarda uyuyordur"dedi...Belki bu rahatlıkla kapağın açılması gereken bir dakikayı bekledim,ama bir yandan da içeriye bakıyorum,ufak bir çarşaf olduğu için fazla yer kaplamaz ve kedi içerideyse görünür diye.Tabii bunları yaşarken,makinede olmadığını düşünüyorum ,fakat telaştan adeta yerimde duramıyorum,bir an evvel kapak açılsın diye.Ve açıldı,hızla sulu çarşafı dışarı attım,ve onu gördüm!Nasıl çığlık attığımı bilemiyorum,yavrum oradaydı!(Bunları yazarken de ağlıyorum ve çok ara vererek yazıyorum.)Hemen aldım ,ama bir önceki çamaşırdaki ısıyı düşürmediğim için,su çok sıcaktı.Çeşmedeki soğuk suyun altına tuttum vücudunu,ve ağzından su boşaltmaya çalıştım.hemen bir havlu ile kurulayıp bir yandan da suni teneffüs yapıyordum.Hava girince,gözler istem dışı açıldı.Oğlum yaşıyor sandı.Aslında ben de böyle umut ettim.Ama gözyaşlarım ve çığlıklarım boşunaydı.


Ne zaman oraya girdi bilmiyorum,ama oyun için girdiği belliydi.İlk sesini duyduğumda,önce oraya baksaydım,şimdi yaşıyor olacaktı.Bu kadar kısa sürede oraya nasıl atladı ve ufak bir çarşafı koyarken hissetmeliydim.Orada olduğunu görseydim kapağı kırarak açardım makineyi....

Sonrasında,üzüntünün verdiği tepkiyi çok aşırı yaşamış olacağım ki,oğlum bana sarılmaktan,kendi üzüntüsünü yaşayamadı.Hınçla kendime vurdum,vurdum,vurdum....
Tam 5 saat gömmedim onu,belki hareket eder diye...

Beni,ölümünden çok,ölüm biçimi sarsıyor.Yavrum,10 dakika içinde ölüme yakalandı,ama ben onu yakalayamadım.
Nasıl anlamadım,NASIL?
Tir tir titreyerek,korkusunu hissettim,nefessiz kalışını,boğulmasını....
Kendimi affetmeyeceğim....


Bir aydır bendeydi ve çok tatlı bir hale gelmişti.Hayatım boyunca kedi sevmekten çok keyif aldım,ve bu duyguyu hep yaşayacağıma da eminim.Ama gerçek anlamda keyif aldığım ve çok severek bağlandığım sayılı kedi vardır.Bu ufaklık beni kendine bu duygularla bağladı.

Sağlığına kavuştuğu için seviniyordum.İki haftalık bir kedi ,anne sütü ve anne şevkati ister.buna bizim sevgimiz yetti,sütü biberondan değil,kabından içti.Karnı sürekli şişmesinin yanında zayıflamaya başlamıştı,sesi çıkmadı.acı çektiğini biliyordum ve veterinere götürdük kardeşimle.İğneler vurdu ve üç günlük antibiyotik tedavisi verdi.Toparladı kendisini ve oğlumla ikimiz gece yatarken yanımıza almak için yarışıyorduk.Sırt üstü yatıp,patileriyle seviyordu bizi...Yüzüme değen burnu ve patileri o kadar yumuşaktı ki,hatırladıkça hıçkırıyorum..

Bu olayı asla unutamayacağımı biliyorum.


Çocuklarım doğduktan sonra,kontrol manyağı oldum ben:

Evdeki poşetleri düğümleyip kaldırırdım,oyun oynarken başına geçirir ve havasız kalıp ölür korkusuyla,klozet kapağını asla açık bırakmazdım,dengesini kaybedip,kafa üstü düşer korkusuyla,ip ve ona benzeyen oyuncakları evde tutmazdım,yanlışlıkla boğazına dolanır diye,Köşeli oyuncakları bile kontrolüm altında oynatırdım.Mutfakta,bıçakları ve tabakları tezgahın en uzak yerine koyardım,uzanıp almaya çalışırken kaza olmasın diye...Ocaktaki yemeği en sondaki göze koyardım,olur ya uzanır diye...
Çamaşır makinesi,hep kontrolümdeydi,asla kapağı açık kalmazdı.İçeri girip, çıkamazsa diye...

Bakar mısınız olaya...Bu kadar dikkatliyken,bu olayı yaşamak dahada çekilmez hale getiriyor ...

Bu olayda tıkandım kaldım,yüreğim ve gözyaşım durmuyor...

Bu kadar asker şehit oluyor,ve trafik kazasında yüzlerce insan ölüyor,bir kedi için bu kadar gözyaşı dökülür mü? diyenleriniz olabilir.
Onların oradaki çaresizliklerinde yaşadıkları korkuyu hep hissederim,askerler benim çocuklarımdır her zaman.Bunu hepimiz hissediyoruz.Aslında onların hayatı satın alınıyor,acı haber geldiğinde çok üzülüyoruz,ama sanki bekliyoruz da.Olmamasını diliyoruz,ama haber duyulunca,sadece izliyoruz.Bu olaydan sonra döktüğüm gözyaşımın bunlarla alakası yok.Ben gözyaşı döküyorum,annelerin,babaların ise, gözlerinden yaş değil,kan dökülüyor...Çaresiz kalıyoruz...

Ben ufacık cana verdiğim değerden bahsediyorum,devletse bir ömür harcanan evlatlarımıza sahip çıkamıyor....Gerçi ben de sahip çıkamadım ya kırpığıma....


Yakınınızda olanın tanıdıklığından olsa gerek,kim olursa olsun,ne olursa olsun sanki daha fazla acı veriyor.Bu yolculuğun geri dönüşünün olmadığını biliyorum,ama acı vermesinin önüne de geçemiyorum.

Kırpığım benim,hem sevincim oldu,hem üzüntüm...

Keşke o günü yargılamasam!

Keşke o günü sorgulamasam!

Keşke bu olay bana "OFFF" dedirtmese!

Olay dün yaşandı,bugün acı veriyor,yarın unutamayacağım....

Ev kazası yaşadım ben,bu tüm ev hayvanı olanlar için bir uyarı olsun lütfen.

Çocuklarımıza da gerekenden daha fazla dikkat edelim,kaşla göz arası,çaydanlıktan dökülen suyla yanan,ocağa ,sobaya dokunup yanan,leğendeki azıcık suyla boğulan gibi bir çok olayı duyuyoruz zaman zaman....

Fotoğrafları bile silik çıkmış,oysa tüm sevimliliği ile poz verdiği pek çok kare vardı...Ama çıkmamış...

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Böyle iş yerinde çalışmayı kim istemez?

Çok geniş ortamlarda,kalabalık kadro ile çalışmak,çoğu kez insanları bunaltmaz mı?
Zaten, işle ile ilgi kaygıların kaynağında çoğunlukla,motive olamamak yatar.

İşverenlerin çoğu,aşırı disiplin ve düz bir mantıkla hareket ettikleri zaman,çalışanların tepkisini alıyor çoğu zaman...Toplu taşıma araçlarını çok kullandığım için,insanların konuşmalarını ister istemez duyuyorum.Çoğunlukla iş yerinden ,iş arkadaşlarından ve patronlarından şikayet ediyorlar.Ve iş yerlerinin moral bozucu olmasından bahsediyorlar...

Yukarıdaki fotoğrafta görülen ortama bakar mısınız? Kurum kültürü nasıl farkediyor,çalışanlarının verimini artırmak için yaptıkları bence bir felsefe...

İş yaşam farkını anlamak zor değil,Psikolojilerinin çok iyi olduğu belli.Normalde,birbirlerini göremedikleri,labirent tarzı paravanlarla kapatırlar,çalışan bölmelerini....

Belki iş verenlere bir fikir verir bu görüntü,ne dersiniz?