31 Mart 2009 Salı

Ah,bu çocuklar !!!!




Önceleri hiç sevemediğim,ama dinlerken bile beni güldürebilen bu gençleri ,belki de çocuklarım seyrederken,farketmeden alışkanlık yaratan "çok güzel hareketlar bunlar" programını izlemekten hoşnutum artık...


Özellikle "Tabutçu" hayranıdır benim çocuklarım.


Çakıl'ım kardeşine ve kuzenine bir sürpriz yaparak tiyatroya bilet almış .


Eve geldiklerinde ağızları kulaklarındaydı ve her ikisi de,cümleleri birbirinin ağzından kaparak,hararetli şekilde başımı şişirerek bütün oyunları anlatmaya başladılar.


Ben de tenis maçını seyreder gibi,bir ona bir buna bakarken başım döndü adeta...Onlar o olayın çoşkusunu yaşadıkları için,aynı neşeyle anlatıyorlar,ama bana birşey ifade etmiyor ki...Ben seyretmeliyim ki anlayayım...



Nihayet bir hafta sonra,onların gittiği bölüm yayınlandı da gülebildim....





Eserin sempatikliği çok hoşumuza gider...Sırığım fırsatı kaçırmamış,birlikte fotoğraf çekilmiş...





Ama ben Büşra'nın,kocasından dayak yemiş,kadını canlandırdığı bölümlere çok gülüyorum...



Bir de Hepsi grubu ile yapılan bu dansı ve 2. bölümü kaçırmamalısınız...Muhteşem!Yılbaşı programında yayınlanmıştı...



Hele EROS'u mutlaka seyredin...


.....................................................................................................................

22 Mart 1994
O günü unutmam mümkün değil...
Çakılım,9 yaşındayken,bale kursunun sonunda,resitali için o akşam kızkardeşimle birlikte onu seyretmeye gitmiştik.Ara ara baktığımda,kardeşimin sancılarının başladığını anlamıştım.Belli ki uzun aralıklarla geliyordu.Bir ara gözgöze geldiğimizde bakışlarıyla' evet' dediğini hatırlıyorum ve bir tarafta kızımın gösterisi,diğer tarafta doğum zamanı gelmiş kardeşim!
Gösterinin sonuna kadar dayandı. Çektirdiğimiz resimde,kafasında meyve sepeti olan rokaçaça kızım,iki tarafında hamile kadın!Biri annesi,diğeri teyzesi...

Hastanede kendisini kontrol altında tutmaya çalışan kızkardeşim,benim yüzümün aldığı şekilden hemen anladı;
-"Sancım başladı deme Tülay abla!"
-"Maalesef başladı!"
Ortalık bir karıştı ki anlatamam.Tam televizyonluk!
Kızkardeşimin doğumunda bulunacak hemşire de,yaşça bizden küçük olan TEYZEMİZ!

Biz ailecek hastaneyi karıştırmaya başlamıştık birkere...
İki sancılı kardeş ve ne yapacağını şaşırmış kocaları ile başetmeye çalışan hemşire teyze!
Ayarlasak böyle bir sahne yaratamayız...

7 saat sancı çektikten sonra ilk doğumu ben yaptım.Üç saat sonra da kardeşim...

İşte 15 yıl once bize sürpriz yapan o iki bebek...

İki koca bebek!
Sırığım ve kuzeni..








Arkadaşları ve öğretmenleri bir sürpriz yapıp onlara bir doğum günü partisi hazırlamışlar.




İkisi de aynı huylara sahip,aynı aşamaları gösteriyorlar.Çok ilginç...

Hep aynı zamanda aynı duyguları yaşadılar.

Fotoğraf çekme isteği,
Gitar çalma isteği,
Diş fırçalamama isteği(!)
Veeee
Asabi,isyan durumları...

Galiba kızkardeşimin hamileliği sırasında ikiz olsun diye çok dua etmemizden ve ardından benim hamileliğimi öğrendikten sonra,"istermisin sen ikiz ben ikiz doğuralım" sözünden kaynaklanan bir isteğin sonucu,böyle bir sonuçla karşı karşıya kaldık sanırım...












İyi ki doğdunuz ikizlerimiz....











Bunlar da beşi bir yerde kuzenler...

Ablamın,benim ve kızkardeşimin çocuklarından oluşan bir yumak!

Seçim mi,geçim mi?

Uzun süredir biriken konular var...

Konuların hiç bitmediği olayları paylaşabilecek zamanı ayırmak da önemli ...

Önce,sondan başlayayım;Seçim den.....


Son zamanlarımdaki yorgunluğumun sebebini bahara yüklesem de,aslında çoğunluğu geçim adına yapılan, seçim kargaşasıyla geçti... Hani,belki belediye el değişirirse,belki iş olanaklarımız artar diye...Ne gezer! Yine aç kalmanın eşiğinde,eşinip duracağız mücadeleyle...

Saatlerin ileri alınmsının tam zamanıydı!

:-))





Oy verdiğim sandıkta,müşahit(gözetmen) olarak ,



Muhtaç olduğun kudret, elindeki oy pusulasında! diyerek çalışmaya başladım...


Değişik partiye gönül vermiş bir grup olarak,inanılmaz bir kaynaşma ve işbirliği içinde hareket ettiğimizi farkettim.


İlk olarak,tüm seçmenlerinin kullanacağı,zarf ve oy kağıtlarının mühürlenmesi gerekiyordu.Tam 310 adet! Saat 7.20....8'de oy vermeye başlanacak ve bir tane bile hazır değil!


Ve sadece bir mühür var...3 renk zarf(310 x 3)+4 adet tercih kağıdı(310x4)=2170 adet mühür!


Hemen yanımdaki bayan arkadaşla işbirliği yaparak birlikte mühürlemeye başladık.O ,sayfa yaparak açmaya,ben de stampa ve sayfa ritmiyle hareket etmeye başladık.8'e 5 kala bitirdiğimizde,çalışanlar"tamam"dediler,"kadro muhteşem"."sanırız ilk bizim oda teslim edecek "....

Sonrasında kalabalık grup girmeye başladı ,ama o kadar yavaş ilerlemeye başladı ki,saat 5'de 310 kişinin bitmesi mümkün değil...Hemen kurul başkanları(odada iki grup vardı),birer masa daha yaptılar...İkişer masa olunca daha hızlı ilerlemeye başladı.Görevli iki genç arkadaşımız da muhteşem bir hızla ve organize ile ,sıranın çabuk ilerlemesini sağladılar...Muhtarların kağıtlarını sürekli düzelterek,adilane bir seçim olmasını sağladılar odamızda...


Sonradan birşey farkettik.Aynı mahalleden,yaşlı olanlar ve özürlü olanlar karşı masadan oy kullanıyorlardı,orta yaş ve genç olanlar ise bizim masadan... Çok ilginç geldi hepimize...İçeriye giren seçmeni tahmin ederek ,kendi aramızda oyun oynamaya bile başladık.Yaş grubunu tahmin ederek,"size","bize" oyununu başlattık...Ama bunu şifreli hareketlerle oynadık ki,yanlış anlaşılmasın diye...Gerçekten çok ilginçti,sanki özellikle yapılmış gibiydi...


Bir de "bu saate kadar kaç kişi oy kullandı "oyununu başlattık.Her yarım saatte bir sayıp,kaç kişi kaldı diye karşılıklı iki masa arasında tatlı,diyaloglar gelişti...


Bir ara,densiz birinin sarfettiği provake sözleri oldukça gerginlik yarattı.Yanımda oturan "Derya" isminde çok şeker bir kızım vardı,O birden celallendi...Adam"CHP liler,Allah nedir bilmezler,bir de oy kullanırlar,Allahsızlar" diye başlayan sözleriyle ortaya bir ateş atıp gitti...Birden fırladı.Zor tuttum."Sakın!" dedim"Gaza gelme,amaçlarına ulaşırlar.Sakin ol.O dedi diye öyle mi olacaksın? Bırak,güvenlik halleder". Diğer arkadaşlar da beni destekleyince durakladı...Neyseki kimlik kontrolü ondaydı da,iş yaparak sakinleşti biraz...

Eşi ve kayınpederi de kendisi gibi partiden görevlilerdi.Sanırım onlar ilgilendiler ki,ortalık sakinleşti..."Siz onun neler söylediğini duymadınız da,onun için sakinsiniz "diyerek,rahatsızlığını dile getirdi... Aslında,hiç birimiz,odamızın gerginliğine müsade etmedik.Halbuki,hepimiz de kendi partimizin önde olmasını istiyorduk...

Özellikle,sandıklar açıldıktan sonra,yapılan işbirliği daha güzeldi.Önce bir masa, bir sandığı açıp okuyor.O tutanakları tutarken,diğer masa okuyordu.Bizim masada 1 başkan,iki genç ve 4 bayan vardık.Karşı masada toplam 4 bey vardı...Biz işimizi çok çabuk bitirip onlara da yardım ettik.Hele o zarfları tek tek açmak oldukça zaman alıyordu.İçinden üç adet uzun kağıtları düzeltmek inanılmaz dikkat istiyordu...

Çok çabuk bitirdik.Okulda sayım işlemini ilk bitiren bizim sınıf oldu...
Hatta resim bile çektirdik.Elime geçince sizlerle paylaşacağım...

258 kişi oy kullandı..

Bizim masanın sonuçları şöyleydi..Özellikle iki partiyi yazıyorum.En çok oy alan iki parti...

İl genel meclisi
CHP--101
AKP--89
Büyük şehir belediye başkanlığı
CHP--102
AKP--108
İlçe belediye başkanlığı
CHP--97
AKP--87
Belediye meclis üyeleri
CHP--98
AKP--91

Ben Kılıçdaroğlu'nun kaybettiğine gerçekten çok üzüldüm...

Ama geleceğin seçimlerine daha ılımlı ve umutlu bakmaya başladım...
En azından,CHP nin yeni lideri belli oldu diye düşünüyorum...Yanılmıyorum değil mi?

Öyle ya da böyle bir seçim daha bitti..
Herşeyin hayırlısı diyerek yaşamımıza devam edeceğiz mecburen...

İyi dileklerimle....

....................................................................................................................................


Genel belediye başkan sayısı,aşağıda belirtiliyor...

AKP(492)
CHP(183)
MHP(139)
DTP(58)
DP(40)
SP(23)
BĞMZ(16)
DSP(12)
ANAP(4)
BBP(4)
ÖDP(1)
EMEP(1)

İstanbul ilçelerindeki sonuçlar burada...

26 Mart 2009 Perşembe

Azim....



Bill Porter'in (1932) doğumu sırasında doktorlar pens kullanırken kazayla Bill'in beyninin bir kısmına hasar vermişlerdi.Bu hasar sonucunda da Bill'de beyin felci oluştu. Konuşma yeteneğini ve kollarıyla, bacaklarının kontrolünü etkileyen sinir sistemi bozukluğuydu bu.

Bill büyüdükçe insanlar onun zihin engelli olduğunu düşündüler.Devlet ve uzmanlar çalışamayacağı yönünde rapor bildirdiler.

Kurumlar sadece Bill'in ne yapamayacağını görüyorlardı.Yalnız bir kişi hariç o da annesiydi. Ona sürekli "Yapabilirsin! Çalışabilir ve bağımsız olabilirsin!" diyordu. Bill annesinin yüreğinden çıkan bu sımsıcak sözlere güvenerek hiç olmayacak bir işe, satış elemanlığına yöneldi.

Kendi durumunu özür saymayarak ilk önce Fuller Brush şirketine başvurdu.Fakat şirket satacağı malların numune kutusunu taşıyamayacağını söyleyerek onu geri çevirdi.Daha sonra Watkins şirketine'de başvurup aynı cevabı alan Bill bu sefer işi yapabileceğini söyleyip ısrar etti.Watkins şirketi Oregon'daki Portland bölgesinde çalışması şartıyla onu işe almayı kabul etti.Bu bölge kimsenin çalışmak istemediği tek yerdi.Bill buna aldırmadan verilen işi kabul etti.

27 yaşında ilk müşteri ziline basmadan önce cesaretini toplayana kadar 4 kere zile basmayı denemişti.Kapıyı açan Bill'in pazarladığı mallarla ilgilenmemişti ve diğerleride ilgilenmiyordu.

Ancak Bill'in hayatı onu güçlü olarak hayatta kalma yolları geliştirmeye zorluyordu.

Eğer müşteriler ilgilenmezlerse onların almak isteyebileceği bir ürün bulana kadar defalarca kapılarına gidiyordu.Bill ilk zil çalışından bu yana tam 38 yıldır pazarlama işine devam ediyor.

Satış bölgesine giderken her gün ayakkabılarını bağlatmak için bir ayakkabı boyacısında duruyordu, çünkü elleri bunu kendi başına yapabilecek kadar kıvrık değildi.Sonrasında bir otelde duraklıyor ve otelin kapıcısı gömleğinin düğmelerini ilikleyip kravatını bağlıyordu.Bu yardımlardan sonra satış için gereken en iyi görünümü aldığına inanıyor ve işine devam ediyordu.

Hava şartları nasıl olursa olsun her gün işe yaramayan sağ kolu arkada, ağır numune kutusunu çekiştiriyor ve bölgesindeki her kapının zilini çalıyordu.

Siparişlerini aldığı zaman kalemi tutmakda zorlandığı için sipariş formunu müşteriye doldurtuyordu.Günde 14 saat kapı kapı dolaşan Bill, eve migrenler ve zonklayan baş ağrılarıyla dönüyordu.Bir kaç haftada bir dağıtımları yapması için kiraladığı kadına direktifleri daktilo ile yazıyor sadece bir parmağını kullanabildiği için de bu basit iş bile 10 saatini alıyordu. Gece olupda dinlenmeye sıra geldiğinde saatini 04.45'e kuruyordu.

Yıllar geçtikçe Bill'e açılan kapılar arttı.24 yıl ve çalınan binlerce kapıdan sonra amacına ulaştı.Watkins şirketinin batı yakasında en üst düzey satış elemanı olarak tanındı.Artık en iyi satış elemanı olmuştu.Watkins şirketinde ev ürünleri satan 60 bin kişiye rağmen hala kapı kapı dolaşıp satış yapan Bill'in işini daha sonradan indirimli eşya satan dükkanlar zorlaştırsa bile o asla pes etmedi.

Değişen müşteri davranışlarına rağmen Bill kesinlikle şikayet etmeden çalışmasına devam etti. Basitçe yapabileceğinin en iyisini yapmaya devam etti.1996 yazında şirket milli geleneğini gerçekleştirdi.

Bu sefer Bill kapı çalmak ve insanları birşeyler satın almak için ikna etmek zorunda değildi. Çünkü bu defa ürün Bill'in ta kendisiydi.Şirket Bill'i Çalışma ve Teşebbüs Özel Başkanlar Ödülü'nün birincisi yaparak ona dikkate değer cesareti ve göze çarpan başarısı için para ödülü verdi ki, bu aynı zamanda gelecekte Bill'in sahip olduğu nitelikleri gösteren nadir insanlara verilen onur olacaktı.

Törenin sonunda Bill'in meslektaşları muhteşem bir alkışla ayağa kalktılar.Tezahürat ve gözyaşları 5 dakika sürdü.

Watkins Yönetim Kurulu Başkanı Irwin Jacobs çalışanlarına"Eğer bir insanın amacı olursa ve amacına ulaşmak için kalbi,ruhu ve zihnini ortaya koyarsa karşısına çıkacak fırsatları Bill temsil ediyor" demişti

.O gece Bill'in gözlerinde hiç acı yoktu.Sadece sevinç ve gurur vardı.

Bill'in daha sonradan filme çekilen hayatının fragmanınıda NYtimes'dan izleyebilirsiniz.


...................................................................................................

23 Mart 2009 Pazartesi

Hitap kirliliği !!!!!!!!

"HİÇBİRŞEY AYAĞINIZA GELMEZ;EN AZINDAN İYİ OLAN BİR ŞEY.hERŞEYİ GİDİP ALMANIZ GEREKİYOR." Charles Buxton

Mantığımın kabul edemediği,seçim için asılan flama çılgınlığı ile dolu sokakların görüntü kirliliğine
istemesem de zorunlu olarak alıştım artık.Bir çoğunuzun aynı fikirde olduğuna eminim...

Ama bizi yöneten ve yönetmek için yarışa giren siyasetçilerin mitinglerde ki konuşmalarını çocuklarıma dinletmeyi hiç istemezdim...
Yüreği,değerlerimizi korumak için atan bir kalp isterdim...Bağımsız,huzurlu bir Türkiye yaratan,kendi ayakları üzerinde duran bir ulus yaratan,yoktan vareden bir liderin peşinden gitmektense,tüm değerlerle alay edip,bizleri aşağılayan sözlerle dolu mitinglere şahit oluyoruz....

Artık her konuşmalarını şamataya çeviriyoruz evde...Hani derler ya;"Güleriz ağlanacak halimize" diye,aynen öyle yapıyoruz...Ağlamaktansa gülmeyi tercih ediyoruz..Çünkü gülünç durumdalar...

Çocuklar büyüklerini taklit ederlermiş ya!
Etmesinler!

Örnek alınacak büyük yok önlerinde....Hepsinden utandım...

Birbirinin kalemini kıskanan çocuklar gibi bağırıyorlar miting alanlarında....

Halbuki her birinden,bizlere yönelik projeler beklerdim...

Bir iki öneriyle,ağızlara bal çalıp,geri kalan zamanda,biribirlerine sürülmedik kara,ortaya çıkarmadıkları özel hayat kalmadı neredeyse....

Sadece,biraz olsun kibarlığı ve nezaketi ile Kılıçdaroğlunu daha çok sevmeye başladım ...Bana biraz "Ecevit"i hatırlatıyor...Siyasetin en temiz ismini...Dilerim yanılmam,ve oyum boşa gitmez...

Artık temiz bir yönetim istiyorum...
Trafiğe,otobüs bilet fiyatlarına,öğrenci ve öğretmenlere olabildiğince güzel olanaklar ve özellikle yurt sorunlarına(öğrenciler kiralık evler için yıpranmasın) çözüm bulunsun.Hele hele,metro ilk önce ele alınmalı ve iş alanları yaratılmalı...İstihdam yaratan bir belediye (özellikle hükümet)her zaman ayakta durur...El açtıran yardımları getiren bir yönetim değil ki istenilen,herkes çalışmaya hazır, bekliyor...Ev hanımları bile üretmeye hazır bekliyorlar....



Buyrun,Hacivat,Karagöz Oyunlarını dinlemeye;

Ya da,mahalle kavgasına!!!


Baykal, “Oy artırdılar, oy artışını taşıyamadılar... hak etmesini bilmek ve taşımak gerekir”;


Erdoğan da, “Çık, milletten uzlaşmanın notunu al. Biz bu notu aldık. Milletimiz bize 81 ilin 80’inde vekâletini verdi” dedi


Baykal, “Yüksek oyu, milleti koruyarak taşımak marifettir” dedi. “‘Ne oldum’ dememeli, ‘ne olacağım’ demeli. Senden büyük millet var” diye konuştu.

Kadir Topbaş, Kemal Kılıçdaroğlu için "boş teneke" yorumunda bulundu.



Kılıçdaroğlu, "Ben kimseye boş teneke demek istemem. Eğer Kadir Topbaş, beni eleştirmek için bu düzeye düşmüşse, zaten İstanbul gibi zarafet kokan bir kentte Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapamaz. Utanması lazım bu lafı kullandığı için" diye konuştu...


Baykal, “Oy artırdılar, oy artışını taşıyamadılar... hak etmesini bilmek ve taşımak gerekir”;

Erdoğan da, “Çık, milletten uzlaşmanın notunu al. Biz bu notu aldık. Milletimiz bize 81 ilin 80’inde vekâletini verdi” dedi
CHP lideri Deniz Baykal'ın düello çağrısına olumlu yanıt vermeyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ona "kırk fırın ekmek ye de gel" demişti.

Bunun üzerine Baykal dün "İktidar olmuşsun ama adam olamamışsın" diye yanıt vermişti.

İşte bu söz Erdoğan'ı çileden çıkardı. "Sana cevap verirdim ama terbiyem müsait değil" dedi.

Sezer, “Ağlanacak halimize güler olduk. Eğer işsizlik mevsim gereği ise AKP’nin mevsimi bitti, yalancı bahar bitti onlar için. Bitti de gidiyorlar da zorla onları ayakta tutan o kavgacı sorun üreten tavrıyla Baykal var, o da gidiyor hiç şüpheniz olmasın. Baykal Tayyip el ele haydi size güle güle diye konuştu.





..........................................................
Erdoğan: Yaşın 70 ama, siyasi etik bilmiyorsun.

Baykal: Henüz 70 olmadım, 68 yaşındayım ama 70 olsa ne fark eder? Yarın sen de 70 olmayacak mısın Tayyip Erdoğan?

Erdoğan: Geç kaldın Baykal, sür eşeğini Niğde’ye!

Baykal: Başbakan, Barzani’nin ağzıyla konuşuyor.

Erdoğan: Baykal senin kılavuzun karga.
Sen gel bu kılavuzu değiştir. Yoksa rezil olacaksın. Baykal bu tür ifadeleri kullanarak karakterinin gereğini yerine getiriyor.

Baykal: Beni bırakın herhangi bir vatandaşımızın karakteri, ahlakı, dürüstlüğü konusunda söz söyleyemeyecek olanların başında bizzat Başbakan vardır.

Erdoğan: Baykal, geç bu işi geç! Tayyip Erdoğan senin gibi iki koyunu güdemeyen bir lider değil.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.

EHLİKEYF ATIŞMASI

Erdoğan: Cibilliyetsiz bunlar! Dürüst değilsin. Biz sizin cemaziyelevvelinizi de biliriz

Baykal: Benim soyum sopum belli. Hakkımda dedikodu yapan bir zavallısın sen!

Erdoğan: Baykal ehlikeyif bir adamdır, yorgunluğa gelemez, başbakan olmak da istemiyor.


Baykal: Meyhaneye bile gitmem, ne ehlikeyfi! Benim kolumda 700 YTL tutarında kol saati varken, Erdoğan’ın kolundaki saatin değeri 60 bin dolar.


Erdoğan: Gelsin vereyim, 10 bin dolara fit olurum.

Baykal: İktidar olamazsam Rodos’a kadar yüzerim.

Erdoğan: Hayırlı yüzmeler Baykal!

Baykal: Başbakan’ın ipiyle kuyuya inilmez. Oğlunu burslu okuttuğun için ağlıyordun ama, gemi almış.

Erdoğan: Gemi var, gemicik var. Oğlumunki gemicik.

Baykal: Gemicikmiş! Al yakana tak bari çiçek niyetine.

KASIMPAŞALI-GAVURDAĞLI

Bahçeli: Neymiş Kasımpaşalıymış, ben de Gavurdağlıyım!

Erdoğan: Konu o dille konuşmaya gelirse ben daha iyisini kullanırım. Yetiştiğim yer buna çok müsait. Ama aldığım eğitim buna müsaade etmez. Bir defa diplomasideki saygıyı öğren. Partiler arasındaki saygıyı öğren. Yanına mafya kopuklarını toplamışsın, onlarla birlikte her tarafta konuşuyorsun.

Bahçeli: Erdoğan’ın siyasi eceli geldi.

Erdoğan: Bahçeli sen kendine bak kendine.

Bahçeli: Hain, alçak, siyasi terörist.

Erdoğan: Yemezler! İmralı’yı döşedin, sen assaydın o zaman!

Bahçeli: Allah’tan korkmaz adam, kalkıp niye MHP’ye hakaret ediyorsun! İp mi yok, al sana ip!
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli.

RED KİT VE AT BİNMEK
Erdoğan: Bahçeli’nin iki özelliği var. Bir ip atar, iki iyi ip atlar. Halkın üzerine yağlı urgan atılır mı? Onların kirli çamaşırlarına ip lazım.
Bahçeli: Başbakan olmadan evvel ve olduktan sonra dünyayı aylak aylak dolaşan sen değil miydin? Başbakan gitsin Red Kit okusun.

Erdoğan: Bahçeli’de uçma korkusu var.

Bahçeli: (Erdoğan’ın bindiği atın huysuzlanması sonucu yere düştüğü sırada çekilmiş fotoğrafını göstererek) At adımına göre değil, adamına göre yürür.


Erdoğan: MHP’li kardeşlerimi tenzih ediyorum ama, yönetici kadrosu maalesef iftiracı. Allah’tan kork! Eline diline dursun!

Gökçek ise bir başka....



Yorum hepimizin....
................................................


Bedava laptop için yarışma....Neyse ki bu yarışma da okuma alışkanlığı ve dikkat ölçülüyor...Boşa kürek çekilmiyor yani...Beyin kirliliği yaşanmıyor.
Herkes bir yarış içerisinde...

Aslında olay şu:Seçmenlerin sonu....

İŞTE TÜRKİYE'NİN GERÇEĞİ!

Eniyisi bu resimlerle biraz gülümseyelim....

.......................................................................................
Daldan dala konduğumu farketmişsinizdir.....

Seçim öncesi stres deyin siz(!)....

18 Mart 2009 Çarşamba

Greenpeace

Bu sabah bana gelen bir maili sizlerle paylaşmak istedim...

NÜKLEER SUÇ17 Mart 2009

Greenpeace yasadışı nükleer ihalenin iptal edilmesini talep ediyor.
Sevgili Tülay ,
Bu sabah Ankara’da Kızılay Meydanı'ndaki gökdelene çıkarak yasadışı nükleer ihalenin artık durdurulması için eylem yaptık. Eylemimiz nükleer suça göz yuman Başbakan Tayyip Erdoğan’ı, Enerji Bakanı Hilmi Güler’i ve TETAŞ Genel Müdür’ü Hacı Duran Gökkaya’yı yasadışı yollardan ilerleyen nükleer ihaleyi çok geç olmadan durdurmaya çağırıyordu. Yedi Greenpeace eylemcisinin gözaltına alındığı eylemde ‘Nükleer Suç’ yazılı büyük pankartımızı açmamız güvenlik güçleri tarafından engellendi. Ama hiçkimse sizin bu e-postayı açmanızı ve arkadaşlarınızı internet eyleminden haberdar etmenizi engelleyemez. İnternet eylemi ile sesimizi duyurmamıza yardım edin. Biz eylemimizi yapsak da onları asıl harekete geçirecek güç sizsiniz. Dünyanın en pahalı ve tartışmasız en tehlikeli enerji elde etme seçeneği olan nükleer santrallere karşı sesinizi Ankara’ya duyurun.İşte yapabilecekleriniz: Bakanlar Kurulu’na mektup göndermek için tıklayın Eylemi Facebook sayfanızda paylaşın Greenpeace’e destek verin Korol DikerGreenpeace AkdenizEnerji ve İklim Kampanyası Sorumlusu
Listeden çıkmak isterseniz buraya tıklamanız yeterli.
Tel: (212) 292 76 19

12 Mart 2009 Perşembe

Atatürk'ün bilinmeyen yönleri...






1."ATA" LAFINI SEVMEZDİ"Atatürk" hitabını ilk kez donemin Türk Dil Kurumu Başkanı bir konuşmasında kullanmış, Mustafa Kemal de çok beğenerek soyadı olarak almıştı.Kendisine "Ata" diye hitap edilmesinden hiç hoşlanmazdı.


2.EN SEVDİĞİ YEMEK Manastır Askeri Lisesi yıllarından kalan bir alışkanlıkla hayatıboyunca en sevdiği yemek kuru fasulye ve pilav olarak kaldı. Tatlıya düşkün değildi ama cani istediğinde çok sevdiği gül reçelini tercih ederdi.


3.EN BÜYÜK HAYALİ DÜNYA TURUNA ÇIKMAKTI Ömrü yetseydi bir dünya turuna çıkıp Türk dili ve tarihi üzerindeki çalışmalarını genişletmek en büyük hayaliydi.


4.BAŞUCU KİTABI "ÇALIKUŞU"YDU Binlerce kitabi vardı. Ama bunların arasında bir tanesini hayatıboyunca hatta cephede bile başucundan ayırmadı. Reşat NuriGüntekin'in ünlü "Çalıkuşu" romanını hep yanında taşır, her gün rastgele bir yerinden acar, birkaç sayfa okurdu.


5.KABUL SALONUNDAKI AT YAVRUSU Atlardan sonra en sevdiği hayvan köpekti. "Fox" adını verdiği köpeği,Gazi`nin yatağının ayak ucunda uyurdu. Hayvanlara düşkünlüğü o dereceydi ki bir gün misafirlerinin de görebilmesi için yeni doğmuş bir tayla annesinin Çankaya Köşkü kabul salonuna getirilmesini bile emretmişti.


6.TAM BİR SALON ADAMI En sevdiği dans valsti. Müzik zevki çeşitlilik gösteriyordu.KlasikBati müziği dışında Anadolu ezgilerini de severek dinlerdi.


7.GÖMLEKLERİNİN TÜMÜ BEYAZDI Gömleklerinin hepsi beyazdı. Bu gömlekler ilk yıllarda İsviçre`de özel olarak dikilirken sonra yerli mali kullanma kampanyasına öncülük edebilmek için Beyoğlu`nda bir terziye diktirilmeye başlanmıştı.


8. Takım elbiselerinin tasarımlarını hep kendisi çizerdi. Lacivert takım giymeyi sevmezdi.


9.ÖLÇÜLERİ Boyu 1.74 idi. Hayatının son dönemlerine kadar 76 olan kilosu hastalığının ilerlemeye başlamasıyla 46'ya kadar düşmüştü. 43 numara siyah rugan ayakkabı giyerdi.


10.RUMELİ ŞİVESİ Özenli ve temiz bir Türkçe konuşurdu. Ancak bazı kelimeleri Rumeli şivesiyle telaffuz ederdi.


11.HAZİN BİR HİKAYE Hayatında bir dönem çok önemli yer tutan Mustafa Kemal`in evlenmesinden sonra hayatına trajik bir şekilde son veren FikriyeHanim`in mezarının nerede olduğu bilinmiyor.


12.CUMHURBAŞKANLIĞINDAN SIKILIYORDU.Hayatinin çoğunu geçirdiği savaş cephelerinden sonra Cumhurbaşkanı olarak geçirdiği yıllar ona bir tecrit yaşantısı gibi geliyor, çok sevdiği halkından ve sade bir vatandaş yaşamından uzaklaştığını düşünüyordu.


13.PAPA`NIN TEMSİLCİSİNE ELBİSE Kıyafet Kanunu çerçevesinde tüm din adamlarının dini kıyafetleriyle sokağa çıkmaları yasaklanınca, Monsenyör Roncalli`ye kendi terzisi Kemal Milaslı eliyle bir koleksiyon hazırlattı.


14.KENDİSİ TIRAŞ OLMAZDI Sabah kahvaltılarıyla arası hiç hoş değildi.Yataktan kalkar kalkmaz odasındaki divanin üzerine bağdaş kurarak oturur, günün ilk kahvesini sigarasını içerdi. Bir özelliği de kendi kendine tıraş olmamasıydı.


15.DÜZEN TAKINTISI VARDI Evinde, çevresinde hatta konuk olduğu evlerde bile eğri duran eşyaları düzeltmeden rahat edemezdi.


16.HOŞGÖRÜLÜ LİDER Köylünün birinin gazete kağıdına sardığı tutunu içmeye çalışırken eliyanmış, "Alın bunu kendi içsin" diyerek Atatürk`e küfretmişti.Mahkemeye çıkarılacaktı. Atatürk olayı dinledikten sonra "Onu mahkemeye vereceğinize doğru dürüst sigara içmesini temin edin" dedi.


17.SİGARA PAZARLIĞI Hastalığının başlangıcında kendisini muayene eden Dr.Fissinger günde kaç paket sigara içtiğini sormuş, Atatürk "sekiz" demişti. Doktor bunu günde bir pakete indirmesi gerektiğini söyleyince gülümseyerek cevap vermişti: "Ben zaten bir paket içiyorum. Bundan sonra bunu sizin izninizle yapacağım".


18."BU NASIL HALKÇILIK?"Bir sabah milletvekilleri ile trene binmişti. Kondüktörün milletvekillerinden bilet parası almamasına sasırmış nedenini sormuştu.Trenin milletvekillerine bedava olduğunu öğrenince epey sinirlenmiş, "Ne de güzel halkçılık ama" demişti.


19."LAİKLİK ADAM OLMAKTIR!"İlk mecliste bir oturum sırasında üyelerden biri laikliğin ne manaya geldiğini anlamadığını söyleyince Gazi çok sinirlenmiş ve elini kürsüye vurarak bir din bilgini olan üyeye cevap vermişti: "Adam olmak demektir hocam, adam olmak!"


20.KURBANLARI BAĞIŞLARDI Gittiği yurt gezilerinde kendisi için kurban edilen hayvanlara bakamaz böyle durumlarda sırtını döner yada kesilmelerini engellerdi.


21.YABANCI DİLE MERAKI Askeri lisede öğrenmeye başladığı Fransızca'yı sonraki yıllarda geliştirdi. Zengin bir kelime bilgisi vardı. Konuşurken araya Fransızca sözcükler de eklerdi.


22.FASULYESİNE POKER Kumardan hoşlanmaz ama arkadaşlarıyla fasulyesine poker oynardı. Oyun sonunda kazandıklarını iade ederdi.


23.KAN GÖRMEYE DAYANAMAZDI Cephelerde düşmanla göğüs göğüse savaşmış biri olarak en ilginç özelliği savaş meydanları dışında kan görünce fenalaşmasıydı.


24.KULAKLARI DUYAN TEK KİŞİ Fransız tarihçisi Herriot Ankara`ya geldiğinde Gazi`nin kulaklarının duyuyor olmasına şaşırmış anılarında bunu esprili bir dille anlatmıştı: "T.C`de bir tane kulakları duyan kişi var onu da Cumhurbaşkanı yapmışlar".


25.BİR RİCASI BAŞ TACIDIR Bir gün halk arasında dolaşırken çarşaflı bir kadına rastlamış, "Hafız Hanim benim hatırım için başındaki örtüyü acarmısın?" diye sormuştu. Kadın baş örtüsünü açarak, Atatürk`ün önünde eğildi ve ellerini öptü.


26. Sportmen kişiliği vardı. Her gün at biner, yüzmeye gider ve bilardo oynardı.


27.EN BAŞARILI DERS Eğitim hayatı boyunca en başarılı dersi matematikti. Pozitif bilimlere ilgisi hayatı boyunca sürdü.


28.YAGCILARA GECIT YOK Yağcılara çok kızardı Bir aksam sofrasında kendisine gereksiz şekilde iltifat eden Abdülhak Hamit`e müdahale etti.


29.SON YILBASI GECESI 1937`yi 1938`e bağlayan son yılbaşı gecesini Dışişleri Bakanı TevfikRüştü Aras ile baş başa geçirmişti. O gece dolabındaki bazı elbiseleri bakana hediye etmişti.


30.KÖŞKTEKİ GÜVERCİNLİK Kuşları çok severdi. Çankaya Köşkü`nde özel bir bakıcının ilgilendiği güvercinliği vardı.


alıntı...

11 Mart 2009 Çarşamba

Muhteşem üçlü....

Sevimli,Afrodit ve Çakılım...

Bu üçü var ya,bu üçü....

Bir araya geldiklerinde,atom bombası oluyorlar...

Apartmanımızdan taşınmadan önce, bu üçlü bir araya geldiği zaman kıkırdamalardan geçilmezdi...Mütevazı konuştum,kahkahalardan geçilmezdi...

Çılgın bunlar çılgın!
En büyük tutkuları,anneleri de içlerine alarak,üçerli grup olarak sessiz sinema oynamaktı.Hepimiz anlatma özürlerimizle sergilediğimiz davranışlarla,komedi dünyasını aratmıyorduk.Ama inanılmaz anlatım güçleri var bu gençlerin,ayıp mayıp demeden,hedefe odaklanırlar,inanılmaz benzetmelerle anlatırken,biz gülmekten yaşaran gözlerimizle onları tamamlamaya çalışırdık.
Oyun havaları çaldı mı,bizim Afrodit'in eline kimse su dökemezdi...Ağzımız açık seyrederdik...

Hiç bir şey bulmasalar,biz annelere takarlardı...

Bizi göstererek fısır fısır konuşup,sonra kendilerini yere atıp gülerlerdi....


-"TüTü teyze oturdu şimdi,bize bakıyor şimdi,Anneme bakıyor...ha ha ha ...."

-"Şuşu teyze niye öyle bakıyor bize,aaa şaşırdı...ha ha ha..."

-"Nünü teyzenin bakışı hoş değil...ha ha ha"

Ben ayağa kalkınca da birbirlerine sarılıp,sanki öcüden saklanır gibi,korkuyla(!) bakarlar ve köşelere saklanmak gibi senarik bir durum yaratırlardı...

Anlayacağınız,aralarında konuşacak konuları bitince,konuları biz olurduk.Havaya,suya güler olmuşlardı..Tabiii o zamanlar üniversite sınavlarının stres durumları da bunların tırlatmasına yardımcı oluyordu.Delilik belirtilerinin en hat safhasındaydılar...

Gerçi biz anneler de bir araya geldiğimizde onlardan kalır yanımız yoktu,ama bunlar iyice tozutmaya (!),hatta ,yaratıcılık düzeylerini artırıp,doz aşımına başlamışlardı.

Bir gün dayanamadım artık!


-"Kızları boş bırakmaya gelmez.Eliniz boş kalınca dilinize vuruyor sizin!"deyip,evde ne kadar yün varsa önlerine döktüm.Ellerine de şişleri verdim!

-"Haydi bakalım,oturun örgü örün.Hem konuşun,hem örün"

O isyankar kızlar gitti,hanım hanımcık kız oluverdiler birden.Meğer bir uğraş ararlarmış da farkında değillermiş...Sanki sihirli bir el değmiş gibi... Aniden...Sanki bunu beklerlermiş...

Onlarda kendilerini bir kaptırdılar mı,neredeyse sabaha kadar örgü ördüler...Hatta yarışa bile girdiler...Kapı kapı dolaşıp,uygun numaralı şiş aradılar..(Apartman apartman değil,sanki sirk).Gecenin 23.00'ünde sanki çok normalmiş gibi,herkesin üstüne vazifeymiş gibi, şişler arandı.Herkes,kendi dolaplarını karıştırıp buldular!

Ne zaman bir araya gelsek,bu olayı hep konuşuruz.Hatta biraz fazla gülmeye başladıklarında,hemen beni gösterirler;

-"Aman dikkat! daha yavaş olalım,yoksa Tülay teyze örgüleri yığar önümüze "diyerek birbirlerini manidar şekilde sustururlar.Ve o zamanki tepkilerine hep şaşırırlar ve yeni bir gülme krizine daha girerler...



Şimdi hepsi okullarını bitirip,meslek sahibi oldular.Biz taşındığımızdan beri,karşılıklı özlem içindeyiz komşularımla...Biz hem oturduğumuz yeri sevdik,hem de apartmanımızı özledik.Oradaki komşuluk ve arkadaşlığı unutmam mümkün değil,hele ki çocuklarım için orası bambaşka anılarla dolu...

Apartmanda sadece üç arkadaş değiller,oldukça kalabalık kızlar ordusu var.Ama bu üçünde ayrı bir sihir var.Bir araya geldiklerinde,ayarları bozulur...

Dün akşam Beşiktaş'ta buluştular...

Beşiktaş Belediyesine bir sormalı,bir vukuat olmuş mu,diye... :-))
Biliyorum ki,dostlukları,bir ömür sürecek...Evlendiklerinde bile bir araya geldiklerinde,eşlerini korkutacaklarını bilsem de,aralarının asla bozulmayacağını biliyorum...Çünkü çok az insanla bu çılgınlık yaşanır.Dertleşmenin bile en çılgınını onların yaptığına şahidim...Birbirlerine kırılsalar da,kavrama noktalarını tanıyan bu üçlü,asla küs kalamazlar...Aşk, sevgi, şefkat, paylaşım, fedakarlık ve sadakat kadar ortak noktaları olduğu müddetçe,birbirlerinden ayrılmaları biraz zor...Anlayacağınız,klinik vak-alar.......

Beni kendilerine yakın görüp,dertleşmelerimizi hatırlıyorum da,o masum yönlerine hitap ederken ne kadar hassas davranıyordum.Beni önemsiyerek gelip akıl danışmaları ne kadar zor olsa da,çok hoşuma gidiyordu...
İstanbul gibi bir Metropolde,böyle bir yerde oturduğumuz zamanlar için, kendimizi çok şanslı görüyorum...




Yalnız, benim yerime taşınan kişiyi taciz etmeyi bırakın kızlar!...

Kadın"yeter artık" demeye başlamış...Yazık ya,acıyın!

Onları çıkarıp,yeniden taşınacağımızı düşünmeye başlamış....

Yok öyle birşey...

Sizi gidi çılgınlar sizi...

Allah ayırmasın sizi,üçü bir arada nescafelerim....


10 Mart 2009 Salı

Ek-iş'ten sürpriz....


Geçenlerde,bankamatikten yaptığım işlemler sırasında,hesabımda 35 TL gibi fazladan bir miktar gördüm...Düşünüyorum düşünüyorum,böyle bir miktarın geleceği yeri çıkaramıyorum...Bankada o kadar sıra var ki girip soramıyorum da...

Eve gidene kadar düşündüm...Sonra anladım!

Hani, şu sol tarafa yerleştirdiğim internetten kazanç bölümleri var ya....Oradaki bir çok seçenek,uğraşırsan iyi para getirecek olan işler...Uğraşacak zaman bulamadığım için nasıl ilerleyebildiğimi bilmiyorum...

Ama bir tanesine 25 gün önce üye oldum...Ve neredeyse unuttum...


Aslında elime aldığım işleri mutlaka takip etme gibi alışkanlığım var...Ama gündüz çalışıp,akşam da PC olmayan bir eve gidince,ister istemez aksamalar oluyor...Bu da böyle olmuştu...Üye olmamı sağlayan da,Erol çorap sponsorum.."Ücretsiz üye olun Tülay hanım,bakın görün yavaş yavaş kazanacaksınız,farkında olmadan demişti"

Dediği gibi oldu..35 Tl ,buradan gelen bir kazanç....
Bereket versin..

Demek ki davetiye göndersem,daha hızlı ilerleyip,daha fazla kazanç sağlayacağım...

Ha gayret...




Erol çorapla başladım ben internet kazançlarına....Başlangıçta hem ürün alıp,hem de internete verdiğim ilanlarla üyelik yaparak kazanıyordum...Şu an epey üyem oldu,ama endi kotamı doldurmak için uğraşmadığım için,benim kazanmam gereken ücret bir üst kişiye kayıyor...İlgi ve alakaya dönmeliyim...


Daha sonra,gelen maillerden birinde,reklam izle ve kazan diye bir davetiye vardı...

İnceledim,hergün verilen reklamı izlersen ve gönderdiğin davetiyelerden üye olanlar olursa kazancın ayda 360 TL yi bulabiliyor...

Henüz kimseye davetiye göndermedim...Ama kendi izlediklerimle 50 TL yı buldum.60 TL olunca hesaba yatırmaya başlıyorlar.Günde iki kez izleyebiliyorsun.Çok az reklam veriyorlar ve bu nedenle ağır ilerliyor...


Davetiye,davetiye... :-))



Bunu daha çok sevdim.


Buna da bir davetiye ile üye oldum....İstediğim zaman ,istediğim kadar

reklam seyrediyorum...Çok zevkli...Bundan para kazanmıyorsunuz,puan karşılığında istediğiniz ürünü alıyorsunuz...



Davetiye göndermemi isteyenler,maille bildirebilirler...

9 Mart 2009 Pazartesi

Tik Tak...Tik Tak...(Fotoğrafın dili-13. çalışma)




Bir varmış,bir yokmuş.....


Bu bir zamane masalıymış...


Eski bir evin,eski bir saati varmış...


Evin insanları hastalanır,pencerelerdeki camlar kırılır,ama bu saate bir şey olmazmış...Haftada bir kurulur,tıkır tıkır çalışırmış...Onun sayesinde herşey vaktinde yapılırmış....


Gel zaman,git zaman,evin çocukları,yeni yılda annelerine ne hediye alacaklarını konuşmaya başlamışlar...Sonunda, dijital bir saat almaya karar vermişler...Anne,bu hediyeye çok sevinmiş...Hemen eski saati kaldırıp,yerine yenisini koymuş.Eski saati , kilere götürmüş ,kullanılmayan eşyaların konulduğu sepete atarcasına koymuş.Saat hala çalışmaya devam ediyormuş.Tik,tak..Tik,tak...


Aradan epeyce bir zaman geçmiş,bir gün elektrikler kesilmiş.Dolayısı ile,işe ve okula gitmek için alarmın çalmasını bekleyen aile,geç kalkmak zorunda kalmışlar.Hepsi alışılmadık bir sinir harbiyle kahvaltı bile etmeden evden koşarak çıkmak zorunda kalmışlar...

Buna benzer günler çok sık tekrarlanınca,aile çözüm aramaya başlamış...

Ve akıllarına eski saat gelmiş...

Hemen ,kaldırdıkları yerden alıp eski yerine koymuşlar..Ama zaten zamana yenik düşmüş olan bu saat,bir de bakımsızlık nedeniyle,konulduğu yere,akrep ve yelkovanını düşürmüş...Ev halkı üzülmüş...Ama ailenin en büyüğü olan dede,onu tamir edebileceğini söylemiş...

Dede,tamir ettikten ve yağlamasını da yaptıktan sonra saati kurup yerine koymuş....

Artık eski düzenine kavuşan aile,o saati yerinden hiç kaldırmamış...

Onlar ermiş muradına,biz çıkalım kerevetine...


..............................................................................


Ben evlendiğim zaman,anneannem bir duvar saati hediye etmişti...Hani o,bildik ,tarihi kurmalı saatlerden...
Onu o kadar çok sevdim ki,nereye taşınırsam taşınayım ilk olarak onun yerini tesbit edip asarım...Hemen kurarım...Evde oturduğum köşeden görünecek bir yerde durmasına özen gösteririm.Bir gün bozuldu ve ben çok korktum...Ya bir daha çalışmazsa diye....O zamanlar Beşiktaş Hobi merkezinde takı ve aksesuar konusunda eğitmenlik yapıyordum.Hemen onun bulunduğu sokağın başında bir saatçi vardı,oraya götürdüm.Adam sandığını çıkarınca,silmek için istedim...Hemen hobi merkezine gelip,orada yöneticilik yapan Adnan bey vardı o zamanlar,ondan rica ettim,kaplamasını değiştirebilir miyiz diye...Batik tarzı,turkuaz ve mavi karışımı olabilir mi diye...
Bittiğinde inanamadım...Tam istediğim gibi olmuştu...İyi bir fotoğraf makinesi bulursam çekip sizlerin de görmesini sağlayacağım...
Ama saatçiye götürdüğümde,ondan işittiğim azarı da asla unutamayacağım...,
-"Ne yaptın hanım!Bu saatin kaplamasını değiştirirsen,tarihi dokusuna zarar verirsin!Git değiştir!" diye...
Çok şaşırmıştım....Aslında onun bakış açısıyla baktığımda ona da hak verdim...O bir saat uzmanıydı ve tarihi değerlerini bilen insandı...
Ama ben öyle memnunum ki,sadece bana ait olan bir saat elde etmiş oldum...1983 yılında evimin bir parçası olan bu saat,hep en baş köşede yer alacak...Taa ki ben ölene kadar...
Dilerim torunlarım(inşallah) dahil herkes ona sahip çıksın...
Duvar saatime baktığım zamanlar,ya da karanlıkta onun tik taklarını duyduğumda hep buna benzer hikayeler gelirdi aklıma....Galiba onun gibi saatlerin kıymetini bilenlerden olacağım ki,bu tür hikayeler aklıma gelmiş....

6 Mart 2009 Cuma

Nasıl bir griptir bu?

Onbeş gündür söylüyordum;

-"Kızım rengin bembeyaz,yolda üşütüyorsun galiba,ya da iş yerinde...Grip oluyorsun galiba,önlemini al."diye.

-"Yok anne,iyiyim,bir şeyim yok,merak etme."diye de cevabı gelmişti.

Anneler çocuklarındaki değişimi farketmez mi?

Her akşam,termofora sıcak su koyup sırtına koymaya başlamıştım,çünkü ufak ufak gıcık gibi gelen öksürükleri başlamıştı...Tarhana yapıyorum,ama geç kalmamak için erken çıkmaya başlayınca,içemiyordu...

Geçen cuma,evden çıkarken oldukça kötüydü...

-"İstersen telefon aç gelemeyeceğini söyle kızım,hiç iyi görünmüyorsun..."

-"Açılırım annem,yürümek iyi gelir,uykum açılır,deyip gitti...

Aklım ondaydı,uyku zannettiği şey bana hiç öyle gelmiyordu.İşin kötü yanı,Cumartesi ve Pazar günleri de çalışıyor.Yani dinlenecek zamanı yok...

Üç saat sonra bir telefon!

-"Anne,eve geliyorum.Başım dönüyor ve her tarafım ağrıyor...."

İş yeri Avrupa yakasında olduğu için gelişi uzun sürdü...Titreyerek içeri girdi ve kendini zor yatağa attı.Abartısız söylüyorum,bir yorgan iki battaniye,termofor onu ısıtamadı...Yeğenim Ezgi,onu duraktan alıp geldiğinden beri,ısıtacak şekilde sırtına masaj yapmaya başladı.Çay içecek kadar bile yorganı aralayamadı....

Ancak iki saat sonra biraz rahatladı,yani ısınmaya başladı...Bu kez midesi bulanmaya başladı ve kusmaya başladı....Ben zehirlendiğini bile düşünmeye başladım...

-"Hastaneye gidelim" diyorum.Ama yerinden kalkacak gibi değil...

-"Annem,ben sadece biraz uyumak istiyorum.Ağrımayan tek bir noktam dahi yok.Bir ağrı kesici verirsen belki uyurum."

Sürekli kustuğu için veremiyorum ki bir ağrı kesici...

İnleye inleye ,üç dört saat kadar ateşler içinde uyudu...Sirkeli bezle alnını sildim...Çok ateşlendiklerinde,enselerine buz koyarım çocuklarımın...Dudağımla öperek ölçtüğümde henüz 38 derece olduğunu anladım ve sadece buzlu suyla ıslatılmış bezle,alnını ve ensesini sildim...

Ertesi günü gözlerini zor açtı...Hemen iş yerine telefon açtım ve iki gün gelemeyeceğini söyledim.Kovulursa da kovulsun diye düşündüm.Ama iyi dileklerini bildirdiklerinde rahatlamadım desem yalan olur...

Ve ,ancak üç gün sonra doktora gidebildi.Zor yürüyordu...Antibiyotik tedavisine başlamış doktor...Novaljinle karışık bir iğne vurup eve göndermiş...

Akşam saat 22.00 gibi birden hareketlendi...Ama aslında çok halsiz...

-"Ayaklarımda tuhaf bir hareketlenme var anne..."dedi ve ayaklarını sallamaya başladı.

Aklıma ilk gelen,iğneyi yanlış vurdukları oldu...Uyuştuğunu düşündüm!

-"Hayır anne,uyuşma değil,tuhaf bir şey....Enerji yüklendi sanki ayaklarıma".

Anlamıyorum ki!

Düştü düşecek! İnanılmaz halsiz,ama kalktı ve yürümeye başladı...

İkimizde şaşkınız!

Hisseden o!

Anlamayan ikimiz!

Gövdesi düşdü düşecek,ayaklar yarış atı gibi!

Sürekli Volta atmaya başladı evde...Özel doktor olsa açıp soracağım nedenini,ama poliklinik doktorlarından biri...Ara ki bulasın...

İki saat geçti,hala yürüyor...Ama sinir içinde...Üst beden halsiz çünkü...Ama "ayaklarımı yormam lazım "diyor...Hızlı hızlı yürüyor...

Hemen antibiyotiğin propektüsüne baktım...Yan etkileri var mı diye...

Aynen yazıyorum...

SANOCEF 750 mg

Yan etkiler; Basit cilt döküntülerinden serum hastalığı benzeri reaksiyonlara kadar çeşitli allerjik reaksiyonlara rastlanabilir. Bu tip reaksiyonlara daha çok çocuklarda rastlanabilir. Belirti ve bulgular tedavinin başlangıcından birkaç gün sonra belirir ve tedavinin kesilmesi ile ortadan kalkar. Antihistaminik ilaçlar ve glukokortikoidlerin belirti ve bulguların iyileşmesini hızlandırabileceği belirtilmektedir. Nadiren bulantı, kusma gibi gastrointestinal semptomlara rastlanabilir. Daha nadiren hiperaktivite, sinirlilik, bilinç bulanıklığı, sersemlik hissi, baş dönmesi gibi merkezi sinri sistemi; genital prurit ve vajinit; trombositopeni ve reversibl nefrit gibi yan etkiler gözlenebilir.Laboratuvar testlerinden; SGOT, SGPT veya alkali fosfataz değerlerinde hafif yükselme, geçici lenfositoz, lökopeni, hemolitik anemi ile reversibl nötropeniye rastlanabilir.

Anafilaktik reaksiyonlar;anjiyodem,asteni,ödem(yüz,kollar ve bacaklar dahil),dispne,parastezi,senkop veya vazodilasyon gibi tek başına semptomlar halinde görülebilir..


Diğer yazılanlar zaten anlamadığımız latince sözcüklerle dolu...

Hemen ilacı kestik...

Fakat bu iyileştirici bir ilaç değil ,tuhaflaştırıcı bir etki yaratan uyuşturucu gibi...

Tek bir tablet,ilk akşam tam 7 saat yürüttü onu,daha da yürütürdü ama bitap düştü ve enerjiyi hissede hissede uyuyakaldı canım yavrum.Ertesi akşam yine uyutmadı onu,yine tam 4 saat yürüdü...Sırtında battaniye neredeyse koşturan bir ağır hasta...

Ara ara gülmedik değil...

"Anne hipodrumda koştursaydım,üstüme bahis oynayabilirdin.Kesin milyonlar kazanırdın "diye..

Resmen doping hapı gibi!



Çocuklarıma en iyi gelen antibiyotik 'Duocid'...

Doktora söylemeliydiler,çünkü onlar,ilaç firmalarının kabul ettirdiği , hastaneye sunulan ilaçları tüketmek zorunda oldukları için test yapmadan ilaç öneriyorlar...

Hemen eczaneden alıp geldim...

Tam tamına 8 gün evden çıkmadan yatarak dinlendi...Son iki gün ayakları tutmadığı için gidemedi(!)...

Gülelim mi ağlayalım mı bilemedik doğrusu...

İlginç ve çözemediğimiz bir grip geçirdi çakılım ama iyileşti şükürler olsun...

Sürekli,bal ,süt ve tarçın karışımı,tarhana ve yayla çorbalarını içerek ve daha sonrasında açılan iştahı ile sulu sebze yemekleri ve tatlı yiyebildi...



Tam 4 kilo kaybetti...



Her iş yeri bu kadar iyi niyet göstermezdi...Hepsi yeni bir çalışanı için inanılmaz bir anlayış gösterdiler...

Hepsine teşekkürler...

Mine'ciğim,bu ilaç hakkında bir bilgin varsa açıklar mısın?


3 Mart 2009 Salı

Ölümünden sonra...

Kızım liseye giderken,sınıf arkadaşlarından birinin babasının şair olduğunu söylemişti...
Demek ki çok ilgilenmemişim...Ya da önemsememişim ...
Birgün televizyon seyrederken,konuklardan birini görünce ,çakılım;
-"Aaaa bak anne Deniz'in babası bu!"
-"Yusuf Hayaloğlu mu?" diye şaşırdığımı hatırlıyorum...Ve çok hoşuma gitmişti o zamanlar...
Ama o kadar...Sadece şair olduğunu biliyordum...Şiirlerini okumuş muydum? Hayır! Sadece kendi ağzından okuduklarını biliyorum,ama hatırlamıyorum bile...

Tanıdığımı düşünüyordum...

Meğer hiç tanımıyormuşum...

5 gündür hastalanıp yataktan çıkamayan kızımın,telefondan,ağlamaklı sesini duyunca çok korktum...
-"Anne,Deniz'in babası ölmüş"..Sesi zor çıkıyordu...
Ne diyeceğimi bilemedim...Önce kendisine birşey olduğunu düşünmüştüm o ses tonundan...
Biliyordum ki canım çakılım,ışınlanıp onların yanında olmak istiyordu...
-Anne ya,ben de bir saat önce,kalan paramı soran bir mesaj göndermiştim Hazan ablaya,çok ayıp oldu.Ama bilmiyordum ki.."diyen sesi çok üzüntülüydü...
-"Kızım bilemezdin ki..Ben de duymamıştım.Üzme kendini,daha sonra gider konuşursun kendileriyle"dedim...
Çakılım,Deniz ve ablasının ortaklaşa açtığı yabancı dil dersanesinde öğretmenlik yapıyordu.Geçen ay ayrılmıştı iş yerinden.
O akşam,bütün haberleri gezerek ilgili tüm haberleri izledik kızımla...Üzüntümün yanında şaşkınlıkla izledim haberleri...İsminden başka hiçbir bilgim olmadığını farkedip suçlandım bir ara...

Ahmet Kaya'nın kayınbiraderi olduğunu,sevdiğim birçok şarkının söz yazarı olduğunu hiç bilmediğimi,gerçekten ne kadar önemli bir insan olduğunu anladığımda,bazı şeyleri ne kadar yüzelsel takip ettiğimizi anladım...Örneğin bir ressam olduğunu bilmiyordum...
Çocuklarının kendisine bu kadar çok benzediğini,öldükten sonra anladım...Mavi gözleri annelerinden aldıklarını düşünürdüm...Ağabeylerini hiç görmedim,ama iki kızı tamamiyle babalarının kopyaları...
Değerli birini,ölümünden sonra tanımak benim ayıbım...(ya da magazinsel olmadığı için dikkatimizi çekmedi(!) )

Ne kadar bildik bir türkünün sözlerinin onun olduğunu yeni öğrendim:

Şu dağlarda kar olsaydım olsaydım
Bir asi rüzgâr olsaydım olsaydım
Arar bulur muydun beni beni
Sahipsiz mezar olsaydım olsaydım
Şu yangında har olsaydım olsaydım
Ağlayıp bizâr olsaydım olsaydım
Belki yaslanırdın bana bana
Mahpusta duvar olsaydım olsaydım
Şu bozkırda han olsaydım olsaydım
Yıkık perişan olsaydım olsaydım
Yine sever miydin beni beni
Simsiyah duman olsaydım olsaydım
Şu yarada kan olsaydım olsaydım
Dökülüp ziyan olsaydım olsaydım
Bu dünyada yerim yokmuş yokmuş
Keşke bir yalan olsaydım olsaydım


Ve kendimi ayıpladım.Bazen yaşayan değerlerin hayatlarını araştırıp okumuyoruz.Kulaktan dolma bilgilerle yetiniyoruz...Son senelerdeki,çevreye olan duyarsızlığım nedeniyle kendimden utandım...Düşünün,kızımın arkadaşının babası oluşu dahi,araştırmam için bir sebepti...
Çünkü ben çocuklarımın arkadaşlarının aileleri ile hep tanışırdım mutlaka...Kimlerle arkadaşlık ediyorlar diye...Belki de tanınmış biri olduğu için güven verdi ve bir şairin çocukları asla yanlış olmaz diye mi düşündüm doğrusu hatırlamıyorum bile...

Hasta olduğunu bile duymamıştık.

Ama çok sigara içtiği için,zamanında çok ciddi rahatsızlıklar geçirdiğini duyuyordum Yusuf Hayaloğlu'nun...

56 yaş ,ölüm için henüz çok erken,ama sigara yüzünden,evlatlarına bu kadar büyük bir acı yaşatmamalıydı!
Ekranda gördüğüm yüzler,acının yüzleriydi...
Ve dilerim ki,onlar da sigara içmeyi bırakırlar...

Pandora,onun kendi sesinden bir arşivle anmış onu...

Ailesine başsağlığı diliyorum.Sabırlar diliyorum...

Kızım çok ağır hasta olmasaydı,törene gidecektik,ama hastaneye gidip tedaviye başladı.Şiddetli bir grip...(bunu da geniş olarak anlatacağım)....Nasıl bir gripse,düşmanımın başına vermesin...

2 Mart 2009 Pazartesi

Mim - İstanbul'dan Ne Gitsin, Ne Gelsin?



Geveze kalem mimlemiş beni....

Ben istanbul'u gezmemişim ki sevebilecek sözler söyleyeyim...

1978'de istanbul'a geldiğimizi hatırlıyorum..

Evden okula,okuldan eve gelip gitmeyi öğretti annem,"İstanbul koca şehir,kaybolsanız bulamayız sizi,5 dakika gecikmeyeceksiniz,kötü insanlar var bu şehirde "derdi hep...Bu çok önemli gelmişti bana...Çünkü;

Anadoluyu dolaştık,bağlarda bahçelerde koşturduk,bir kez bile böyle bir ikaz almamıştık annemden...Börtü böcek ısırdığında bile,böyle korkutmamıştı bizi...Halbuki geniş bahçelerde,yılan çoktur...

Belki bu nedenle İstanbul'u hiç sevemedim...Hep kaçmak istedim...Gereksiz şaşalı bir hayat olduğunu düşündüm hep.Halbuki görmemiştim ki o hayatı ben...
Ayrıca şaaşa ne demektir?

Okul biter bitmez,üniversiteye giremediğim için,çalışma hayatına atıldım.Yine bir yerlere gidip gezemedim,tanıyamadım İstanbul'u...Tam tanımaya başlayacaktım ki,evlilik girdi araya....İş ,evlilik,bir de çocuklar olunca ,hepten yarı açık cezaevi gibi, hatta bermuda şeytan üçgenin içinde hissettim kendimi...Bir yerden biryere gitmek için çektiğim sıkıntı cabası...1978'de geldiğim İstanbul'dan kaçma çabalarım"Alkadraz kuşçusu"nu andırırken,2008'e geldiğimi farkettim.
Taa ki bu seneye kadar,İstanbul'un güzelliğini farketmediğimi anladım.Suyun büyüsünü yeni keşfedip büyüleniyorum.Anadolu yakası bana hep daha samimi gelmiştir.Taşındığımdan beri,İstanbul'u seviyorum ben...Kendime yaşayacak bir zaman dilimi ayırdığımdan beri sevmeye başladım bu şehri ben...Bir çay bahçesinde...
Hatta 49 yaşımda bile üniversiteye başlamış olmam dahi ,İstanbul psikolojimle alakalı olduğunu düşünüyorum...


Yeni yapıları ve tüm yenilikleri hakediyor İstanbul,ama kemikleşmiş yapısının bozulmasını da asla istemiyorum.Vapur şekilleri değişmemeli,Ahşap binalar özü bozulmadan yapılmalı...
AMAAA...
İstanbul'a giriş çıkışların kontrol altına alınmasından yanayım...
Orman bölgelerinin koruma altına alınmasından yanayım...
Trafiğinden kormayacağım bir düzenden yanayım...
İyi bir belediye başkanının seçilmesinden yanayım...
Trafik için ,bir belediye başkan adayının önerilerinin uygulanmasını istiyorum.Ben doğma büyüme CHP'liyim.Asla da vazgeçmeyeceğim ve daima destek olacağımı herkes bilir...
Ancak MHP'nin İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkan adayı olan, Ahmet Turgut ,muhteşem anlatıma sahip olan,mesleği şehir planlamacısı olan ve İstanbul için anlattığı projelerine hayran kaldığım bu insanın,(kendimce yanlış kanatta olduğunu düşünüyorum.) es kaza kazanması halinde asla üzülmeyeceğimin de bilinmesini isterim.Seyredin...
Ama gönlüm CHP ile...

İstanbul'u tanımadan gelmemeli,yerleşmemeli ...

İstanbul'u bozmaya gelen varsa gelmesin...
..................................................................................

Koskoca ıstanbul Gibisin

Sen aklıma geldikce,Cihangir'den bakıyorum İstanbul'a...

Sol yanımda Bogazici Köprüsü,

Karsımda Kız Kulesi,güzel Marmara...
Gözlerim kapalı kaldırıyorum kadehimi bütün dostlara...

Agzımda karanfil,senin tadında...

Gözkapaklarımda gökyüzü,elimde rakı,

Düsünürken seni menekseler büyütüyorum avuclarımın arasında...

Bir kedi miyavlıyor,sırtında sarı bir kanarya...

Gözleri kapalı oturuyorlar karsıma.

Bir parca ekmek uzatıyorum.

Gülüyorlar.

Anlıyorum,sen gönderdin onlar yanıma.

Umudumu,kadehimde ask'ımı veriyorum.
Gözlerim acılıyor,

Koskoca İstanbul gibi oturuyorsun karsımda...

Zeynep Orcanel...(Sair)

1 Mart 2009 Pazar

Hiç hayallerinizden sıfır aldınız mı?


¿?
Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışta koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı. Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası..
Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı.Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizdi. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi..
İki gün sonra ödevi geri aldı. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "0" ve "Dersten sonra beni gör" uyarısı vardı.
-"Neden "0" aldım?" diye merakla sordu hocasına, çocuk..
-"Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal" dedi, hocası.. "Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" ve ekledi:"Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."
Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.
-"Oğlum" dedi babası "Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!."
Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına..
- "Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin" dedi.. "Ben de hayallerimi..".....
O orta 2 öğrencisi, bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki 1000 metrekarelik evinde oturuyor. Yıllar önce yazdığı ödev şöminenin üzerinde çerçevelenmiş olarak asılı. Öykünün en can alıcı yanı şu:
Aynı öğretmen, geçen yaz 30 öğrencisini bu çiftliğe kamp kurmaya getirdi. Çiftlikten ayrılırken eski öğrencisine

-"Bak" dedi, - "Sana şimdi söyleyebilirim. Ben senin öğretmeninken, hayal hırsızıydım. O yıllarda öğrencilerimden pek çok hayal çaldım. Allah' tan ki, sen, hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın."


İnternetten